Yazar: Özlem Duva
Kant’ın dünya yurttaşlığı ve ebedi barış fikrine getirilen eleştiriler, politik realizme yaslanmış bir sahicilik eleştirisiyle ele alındığı kadar, Aydınlanmacı aklın totaliter, tahakkümcü ve disiplinci olduğuna dair iddiaları desteklemek için de kullanılmıştır. Bu eleştiriler temelde teori ve pratik arasındaki uygunluğa dair bir sorgulamayı içerse de Kant’ın politik çözümlerinin uygulanamaz olduğunu ya da en azından kendi hedeflerini gerçekleştirmek bakımından yetersiz kaldığını vurgulamak üzere ortaya konulmuştur. Böylece zaman zaman Kant’ın iyimserliğinin onun politika felsefesinde pratik çözümlere dönük bir bakış eksikliğine yol açtığı yahut bir evrensellik retoriğinden öteye gidemediği iddia edilmiş, zaman zaman ise özellikle antropoloji ve fiziki coğrafya derslerinde kullandığı ayrımcı ifadelerinden dolayı, başvurduğu bu evrenselci söylemin, sömürgeciliğin ve Avrupamerkezciliğin bir maskesi olarak kullanıldığı belirtilmiştir. Bütün bu yorumlar Kant’ın dünya yurttaşlığı düşüncesinin uygulanabilirliğine ve barışı sürekli kılacak hukuksal/politik çözümlerine dönük bir şüpheciliği içermektedir. Acaba Kant kalıcı bir barışın yollarını ararken bunu gerçek anlamda belirleyecek ilkeleri somutlaştıracak temelleri ortaya koyamamış mıydı? Başka bir deyişle Kant zamanın tarihsel deneyimlerinden ve insan varlığının antagonist yapısından azade bir ideal dünya mı tasavvur ediyordu? Günümüzden bakıldığında Kant düşüncesine ilişkin zamansal mesafemiz ve çağdaş vokabülerimizdeki kavramsal farklılıklarımız nedeniyle onun metinlerini bu tür bir indirgemecilikle okumak gibi bir tuzağa düşebiliriz. Ancak kavramı Foucault’dan ödünç alarak onu “kendi şimdisinin filozofu” veya Habermas’ın Foucault’nun belirlemelerine başvurarak ifade ettiği gibi “şimdinin kalbinde amaç yüklenmiş olmanın filozofu” olarak tanımlayabiliriz. Kendi şimdisinden bakarak Kant’ın gördüğü dünya elbette ki kapitalizmin ve küreselleşmenin bugün ulaştığı sınırların çok gerisindeydi; dolayısıyla onun kavramlarını ve temellendirmelerini ele alırken kendi şimdisini dikkate almak ama aynı zamanda çağdaş dünyadan geriye doğru bakarken Kantçı temellendirmelerin içerdiği yenilikleri ve zorlukları dikkatli bir biçimde takip etmek gerekir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki Kant, ebedi bir barışın imkânını sağlayacak, evrensel normatif ilkelerin geçerli kılındığı uluslararası bir hukuk düzeni fikrine olumsuzlama yoluyla, daha doğru bir ifadeyle, negatif bir biçimde ulaşır. Elbette ki Kant insandaki kapasitelerin ve doğanın gizli ereğinin insanlığı bir yasallık sistemine doğru götürdüğünü düşünmektedir; ancak bunun kendiliğinden gelişen bir durum olmadığının da bilincindedir. Tam da bu nedenle barışın arzulanabilir ve insani kapasiteler ile ulaşılabilir bir ideal olduğunu, kendi şimdisinin savaşları, yıkımları, şiddeti, savaşa katılan ülkelerin otonomisini yitirmesine neden olacak ağır mali yükler vb. olgularla olan ilişkisi üzerinden düşünmektedir. Bununla birlikte Kant, savaşlar esnasında insanlığın büyük bir ahlaki çöküş ile karşı karşıya kalacağının da bilincindedir. Dahası, bir devletin diğer devletlerle bir barış anlaşması içerisinde olduğu durumda bile hakların güvence altında olmayacağının, yöneticilerin iradesine bırakılmış bir barış anlaşmasının gerçek bir barışı sağlayamayacağının farkındadır. İnsan varlığı dikkate alındığında eğri bir odundan dümdüz bir şey çıkmayacağının bilincinde olduğu gibi, dünya tarihi dikkate alındığında, zarların hileli olduğunun da farkındadır. O halde akıl (bir bütün olarak teorik ve pratik akıl) egemenliklerini bir şekilde sürdüren devletlerin ve yöneticilerin kalıcı bir barışa yönelik bir birliğe ulaşmasının tek dayanağıdır. Egemenliği elinde bulunduran yöneticiler ya da devletler ise sırf temsil ettikleri politik topluluk üyelerinin moral bakımdan gelişmiş olmalarına güvenerek değil, koşullar uygun olduğunda kendileri açısından bağlayıcı yasaların gereğini talep edebilecekleri bir evrensel hukuk zeminini kabul etmeleri gerektiğinin bilinci ile bu birliğe yöneleceklerdir. Dolayısıyla ulusların kalıcı bir birliğe dönük bağlayıcı yasalara başvurmalarının olumsal ve tarihsel nedenleri vardır. Bir uluslar federasyonuna neden ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymak için Kant, bugün kısmen makul kabul edebileceğimiz ancak kısmen de karşı çıkabileceğimiz çeşitli nedenler sıralar. Bunlardan birisi cumhuriyetçi sivil anayasaların barışçıl doğası, bir diğeri kamusal alanın ve politik topluluğun gücü ve bir başkası da uluslararası ticaretin ortaklaştırıcı bağlar yaratma kapasitesidir ki günümüzde en geçersiz kılınmış iddiasının/kanıtının bu olduğu söylenebilir. Bu düşünceler ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda geçerliliğini, çok ağır bedellerin ödendiği dünya savaşları ve kapitalist ekonominin yayılmasıyla gelişen sömürü düzeni sayesinde kaybetmiş olsa da Kant’a özgü bir diyalektiği de kendi içinde barındırmaktadır. Belki de tam da bu yıkımlar ve bedeller nedeniyle Kant’ın öngördüğü birliğe ulaşma ideası insanlık için halen elzemdir. Bu nedenle çağdaş anlamları ile birlikte yeniden daha eksiksiz ve yeni bir içerikle, özellikle ulus-devlet düşüncesinin kavramsal sınırlılıklarına hapsedilmemiş, Kant’ın kendisinin de teşhis ettiği gibi evrensel bir monarşiye, bir “despotizm” e dönüşmeyecek kozmopolitan idealleri güçlendirmek gerekmektedir. Bunun için bu yıkımların en önemli sonuçlarından biri olan “kamusal alanın çöküşü”ne dair birtakım analizleri, Kant’ın politik topluluğun gücüne ve eylem kapasitesine dair çıkarımları ile destekleyecek yeniden yapılandırıcı yorumlara ihtiyaç vardır. Özellikle politika felsefesi bağlamında çeşitli Kant yorumcuları tarafından geliştirilmiş ve kamusal alanın güçlendirilmesine yönelik çözümleri içeren Kant okumalarına ek olarak kozmopolitanizmin bugüne kadarki tarihsel deneyimlerle sınırlı olmayan, sömürgecilik, Avrupa merkezcilik, küresel ticaret anlaşmalarının yıkıcı sonuçları vb. gibi tam da Kantçı otonomi kavrayışına aykırı deneyimlerce sınanmış hallerinin ötesinde daha geniş bir anlam ufkunun olabileceği dikkate alınmalıdır.
Kant felsefesi içerisinde kozmopolitan ideallerin hem meşru gerekçelerle ortaya konulmuş yasaların ve devletler hukukunun hem de uluslararası hukukun neredeyse zorunlu/tamamlayıcı öğesi haline getirilmesi, bugün özellikle politik topluluklar ve devletler ile özgürlük ve adalet arasındaki gerilimleri uzlaştırmak konusunda iş görebilir. Nitekim Kant’ın ebedi barışa ilişkin düşüncelerinin ya da kozmopolitan yurttaşlık kavrayışının salt yükümlülükleri bildirmekle sınırlı olmayıp, pratikle doğrudan bağlantılı olduğu ve herkes için geçerli normların üretileceği ve hayata geçirileceği bir genel talebi varsaydığı bilinmektedir. Kant’ın metinleri dikkatlice okunduğunda, onun ebedi bir barışı sağlayacak ve kozmopolitan hakları koruyacak normların boşlukta gelişmediğini ve kendiliğinden hayata geçirilemeyeceğini varsaydığı, yani bir politik gerçekçilik zemininden kopmuş olmadığı görülecektir. Bunun en güzel örneği, herhangi bir bireyin meşru olarak gerekçelendiremediği bir iddianın, yani de facto olarak bir şekilde ortaya konulmuş ancak genelleştirilemeyecek denli sübjektif olan, tikel ilgilere dayalı bir iddianın, kamusal onaydan geçmediği sürece geçerli bir norm haline getirilemeyeceğini düşünmesidir. Kamusal onay ve aleniyet ilkelerinin hukuksal karşılığına dikkatlice bakıldığında Kant’ın normatif çözümlerinin temelinde politik çözümsüzlükleri görmüş olmasının yattığı; onun baskıyı, şiddeti, normatif yapıların araçsallaştırılmasını ve despotizmi bir dünyasal fenomen olarak görüp teşhis ettiği görülür. O halde Kant’ın barış ve yurttaş hakları üzerine yazdıklarının, yani hukuksal çözümlerinin gerisinde bir praksis felsefesinin bulunduğunu; bütün bu çözümlerin otonomi, eleştiri, kamusallık gibi onun eleştirel felsefesinin temellerini oluşturan politik kavramlara bağlandığını hesaba katmak gerekmektedir. Tam da bu nedenle Kant’ın günümüze kadar uzanan uzak bir geleceğe ilişkin öngörüde bulunma cesareti göstererek bir uyarı formunda ortaya koymuş olduğu “küresel kamu alanı” öngörüsünün anlamı üzerine yeniden düşünmemiz gerekmektedir. Bu öngörüye göre yeryüzündeki tüm ulusların/halkların evrensel bir topluma katılma halleri öylesine genişlemiştir ki dünyanın herhangi bir yerinde hakların ihlal edilmesi, geri kalan her yerinde derin bir biçimde hissedilmektedir. Kant’ın bu tespitinden yola çıkarak, onun eleştirel felsefesinin imkânlarıyla ortaya koymuş olduğu kozmopolitan çözümlerinin fantastik, hayalperest, gerçeklikten kopuk bir idealden ibaret olmayıp, politik dinamiklerce belirlenen ve ayrışmaya, kutuplaşmaya, önlenemez hale gelmiş savaşlara karşı bir alternatif olduğunu ve dahası onun ebedi barış ve kozmopolitanizm üzerine yazdıklarının, bugün köklü bir değişime ve anlam farklılığına uğramış olsalar da dünyanın mevcut hali ile ilişkisini henüz daha kaybetmediğini iddia edebiliriz.
OKUMA ÖNERİLERİ
Immanuel Kant. (1982). Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel Bir Tarih Anlayışı. (Çev: Uluğ Nutku), YAZKO Felsefe Yazıları içinde (ss. 117-129). İstanbul: YAZKO.
Immanuel Kant. (1984). Sürekli (Ebedi) Barış Üstüne Felsefi Bir Deneme (Çev: N. Bozkurt, ). Seçilmiş Yazılar içinde (ss. 223-266). İstanbul: Remzi Kitabevi.
Jürgen Habermas. (2000). Şimdinin Kalbinde Amaç Yüklenmek: Foucault’nun, Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” Metni Hakkındaki Konferansı Üzerine, (Çev:Eda Özgül, Özlem Oğuzhan), Toplumbilim Aydınlanma Özel Sayısı içinde, (ss.81-84), İstanbul: Bağlam Yayınları.
Michel Foucault. (2000). Aydınlanma Nedir? (Çev: Eda Özgül, Özlem Oğuzhan), Toplumbilim Aydınlanma Özel Sayısı içinde, (ss.69-76), İstanbul: Bağlam Yayınları.
Pauline Kleingeld. (1998). Kant’s Cosmopolitan Law: World Citizenship for a Global Order, Kantian Review, 2, pp: 72-90, https://pure.rug.nl/ws/portalfiles/portal/3188820/Kants_cosmopolitan_law.pdf
Völker Gerhardt, (1997). Eleştirel Bir Politika Teorisi: Kant’ın Ebedi Barış Taslağı Üstüne, (Çev: Hakan Çörekçioğlu), Kant Felsefesinin Politik Evreni içinde, (ss.248-272), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.