Yazar: Ayşe Hilal Akın
Şarkışla’dan Königsberg’e uzanan bu yazıda az sonra yapacağım karşılaştırmayı Kant, “yeğin heyecan”, belki “esrime” olarak adlandırabilirdi. Eğitim hayatının bir kısmında münhasıran Kant çalışmış olanlar iyi bilir ki onun gölgesinde söz söylemek zordur. Öte yandan bir kere Kant’a bulaşıp filozofun kavram setini temellük ettiniz mi, artık onun izlerinden azade bir düşünme faaliyeti sürdürmek daha zor… Bazen bir etik ikilemde içinizdeki “küçük Kant” konuşmaya başlar. Bazen de bir türküyü dinlerken kavramlar, Kantça içerimiyle yeniden doğabilir felsefe ufkunuzda: Kant’ın güzeli, yücesi, coşkusu, affektumu ya da metafiziki, Kant’tan öncekilerin söylediklerinden başkadır ve Kant’tan sonra da bu kavramlar, onun tesiriyle başkalaşır. Kavramların işaret ettikleri anlamların başkalaşması, bizim dünyayı alımlayışımızı ve yargılarımızı başka bir noktaya taşır: Örneğin Kant’ın eleştirel felsefesinde güzel ve hoş birbirinden ayrı şeylerdir. Güzel de kendi içinde çatallanarak Kant tarafından inceltilir.
Bu yazıda, Kant’ın ansiklopedik bir serinlikle yaklaştığı beğeni yargılarından hareketle Aşık Veysel’in güzeli ile Kant’ın güzeli arasındaki farka birlikte bakacağız. Öncelikli olarak güzel yargısında öznenin durduğu yer ve yargının tesisindeki rolüne Aşık Veysel’in açtığı pencereden bakacak olursak meşhur türküsünde o şöyle söyler;
Güzelliğin on par’ etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa.
Burada türkünün sözlerinin ilk iki mısrasına odaklanacak olsam da sonradan gelen bölümün de birtakım ipuçları sunabileceği kanaatindeyim. Hem aşkın hem de gönül köşkünün öznel ve içkin (immanent) oluşu, birbirini destekler şekilde bir bütün olarak değerlendirilebilir.
Aşık Veysel’in güzelini sadece bir türküden yola çıkarak okumaya çalışmak sınırlı bir bakış açısı sunacaktır elbette. Öte yandan onun güzellik anlayışı için bu türkü, kanaatimce, merkezde yer alır. Türkünün sözlerini okurken daha en baştan bana düşündürdüğü, buradaki güzelin oldukça öznel olduğudur. Başka bir deyişle güzel, kendini seyredende, murakabede bulunanda açığa çıkar. Bir adım ileri gidersek Aşık Veysel’e göre güzelin güzelliği, ancak sevilmesiyle takdir edilebilecektir. Bu durumda aşığı olmayan güzelliğin hiçbir değeri yoktur. Algılayan özneyle/aşıkla kâim bu anlayışa göre güzellik sübjektiftir. Aşık olmak, güzelin güzelliğinin idraki için bir ön koşul gibidir. Devam eden mısralarda güzelin yalnızca idrakinde değil, varlığını sürdürmesinde de özne/aşık bilfiil rol oynar. Öznenin/aşığın gönül köşkü olmasa, güzelin ontolojik olarak var olabilmesi muhal gibidir. Kantça düşünmeye başladığımızda bu kadar “çıkarlı” ve “öznede açığa çıkan” şey, güzellik değil de hoşlanma olarak değerlendirilebilir. Öte yandan Kant’a göre bir şeyden hoşlanmamız, tümüyle onun cazibesi ve bizde açığa çıkardığı duygu aracılığıyla bizi hoşnut etmesinden ibaret ise, kendi ulaştığımız estetik yargıyı onaylatmak için başka birine ihtiyacımız olmalıdır. Böylelikle beğeni yargısı toplumsal iletilebilirliğe sahip olacak ve öznel-evrensel bir zemine taşınacaktır.[1] Bu noktada belki şöyle bir farka işaret edilebilir: Aşık Veysel’in güzelin tecrübesinde yücelttiği aşk ve aşık iken, Kant’ın güzelde yücelttiği çıkarsızlık ve evrenselliktir. Çıkardan yalıtılmış olmak, aynı zamanda herkes için geçerlik isteminde olan bir yargıda bulunmayı iktiza eder. Böylelikle güzellik salt duyusal değil, derin-düşünen yargı yetisinin (reflektierende Urteilskraft) bir faaliyeti olarak açığa çıkar.
Kant, güzeli hoş olandan ayırt ederken kritiklerin sonuncusu olan Yargı Yetisinin Eleştirisi adlı eserinde güzellik kavramını da kendi içinde ikiye ayırır: Özgür Güzellik (freie Schönheit) ve Salt Bağımlı Güzellik (bloß anhängende Schönheit). Özgür güzellik için, doğadan örnekler verir: Çiçekler, kuşlar, böcekler ya da müzikteki düşlemler özgür doğa güzellikleridir. Hiçbir nesneyi temsil etmezler; özgürce kendileri için ve kendinde güzeldirler. Salt bağımlı güzellik ise, bir insanın, bir yapının ya da o yapının içerisinde yer alan bir sütunun güzelliğinin, şeyin ne olması gerektiğini belirleyen bir gayelilik kavramını varsaymakla ortaya çıkar. Bu yönüyle güzellik, şeyin eksiksizliğinin bir kavramını varsayar ve bağımlı hale gelir.
Kant’a göre güzellik mefhumsuzdur; bir kavram altına düşürülmeden, dolaysızca bilinir. Dolayısıyla Aşık Veysel’in aşka dair ön koşulu şöyle dursun, güzel orada koşulsuz ve çıkarsız olarak vardır. Güzellik ne nesnede ne de onu seyreden seyircinin perspektifindedir. Öte yandan salt seyirci ve nesne arasındaki bir ilişki de değildir. Güzellik daha çok, özne ve nesne ilişkisindeki seyir faaliyetinde açığa çıkar. Ancak bu tür yargının biricikliği, onun salt öznel olduğu anlamına gelmez. Kant, bir yandan beğeni yargısının öznel olduğunu ifade ederken diğer yandan da beğeni yargısının herkesten onay beklediğinin altını çizer.[2] Bu da ortak duyu (sensus communis) ile mümkün hale gelir. Sensus communis güzeli, öznel-evrensele yükseltendir. Ortak duyu ilkesi, neyin hoşa gittiği ya da gitmediğini kavramlar yoluyla değil yalnızca duygu yoluyla ortaya koyan öznel bir ilkedir.[3] Kant’ın, beğeni yargısının temel ögelerinden biri olarak gördüğü bu ilke deneyime dayandırılamaz.[4] Muhayyile melekesi ile müdrikenin uyumuna dayanan ilkenin varsayımı, beğeni yargısının tikelden evrensele yükselmesini sağlamaktadır. Kant’a göre, estetik yargının evrensel iletilebilirliğini ancak bu kabul üzerinden sağlayabiliriz. Ortak duyuyu varsaymadığımız takdirde nesne ile aralarında hiçbir anlaşma olmayacaktır.[5] Estetik yargılar nesnenin herhangi bir niteliği ya da kavramıyla ilgilenmez. Nesnenin verilmesini/kurulmasını sağlayan temsilin özne ile bağlantısını sağlamakla ve temsil yetilerinin belirlenimindeki gayelilik biçimini dikkatimize sunmakla görevlidir.[6]
Aşık Veysel’in kendi duygularına bağlı olarak kurduğu öznel güzel tecrübesini tikelden evrensele yükselten Kant’ın ortak duyusudur diyebiliriz. Ortak duyu olmaksızın Şarkışla’da on par’ eden Königsberg’de kategori dışı kalabilir. Güzeli; seven-sevilen, özne-nesne ilişkisine hapsetmeyen, onu toplumsallığa açan, etki alanını genişleten evrensellik, ortak duyu varsayımıyla mümkündür. Sanırım tam da bu sebeple: “Güzellik on par’ etmez, sensus communis olmasa!”
Kaynak:
Kant, Immanuel; Kritik der Urteilskraft, ed. Heiner F. Klemme, Felix Meiner Verlag, Hamburg, 2009.
[1] Immanuel Kant, Kritik der Urteilskraft, ed. Heiner F. Klemme, Felix Meiner Verlag, Hamburg, 2009. Bu esere atıflar, KUK kısaltmasını takiben paragraf numaraları köşeli parantez içine alınarak verilecektir. KUK, [5: 278].
[2] KUK, [5: 237].
[3] KUK, [5: 238].
[4] KUK, [5: 240].
[5] KUK, [5: 239].
[6] KUK, [5: 228].