Yazar: Harun Tepe
Kant etiğini anlattığım ders ve konuşmalarıma çoğunlukla bu soruyla başlarım. Bunun da çok yalın ve sıkça tekrarladığım bir yanıtı vardır: Kant etiğinin günlük yaşamımızda bizim de rahatsız olduğumuz, etik bir sorun olarak gördüğümüz şeyi kuramlaştırmış olmasıdır. Kant etiği bir anlamda malumun ilanı gibidir. Bu nedenle, etik eylemde bulunmak, etik bir kişi olmak için kimsenin etik kitapları okumasına, Kant etiğini bilmesine gerek yoktur. Kant etiğini okuyup anladığında insan olsa olsa kendi yaptığının neden etik veya etik olmadığını anlayabilir. Bu konu kafasında açık hale gelebilir. Zira Kant etiği bizi rahatsız eden, olmaması veya yapılmaması gerekir dediğimiz şeyin neden yapılmaması gereken bir eylem olduğunu bize kuramsal olarak gösteren bir görüştür. Ben bunu genellikle Kant etiğinin fenomene uygun bir etik görüş olduğu, yani günlük yaşamda “bu etiktir” veya “etiğe aykırıdır” denileni uygun bir biçimde kavramlaştıran bir görüş olduğu biçiminde ifade ediyorum. Bir kişinin başka kişileri yalnız araç olarak kullanarak kendi mutluluğunu gerçekleştirmeyi amaçlayan eylemlerini kimse -en azından yapıp ettiklerine veya kendisine yapılıp edilenlere eleştirel bakabilme becerisine sahip olan hiç kimse- ahlaklı ya da etik bir eylem olarak görmez, göremez. Bu tür eylemlerin ahlaklı bir eylem olmadığını bilir ya da düşünebilir kişiler.
Kant, ahlak yasasının buyruğuna uygun olanı bilmenin çok zor bir şey olmadığını, en sıradan ve deneyimsiz anlama yetisinin bile bunu bilebileceğini; etik eylemde bulunmanın veya ahlaklılığın kesin buyruğunu yerine getirmenin herkes için her zaman mümkün olduğunu söylediğinde de (Kant 1980: 64-65) aynı şeyi dile getirmektedir. Ahlaklılığın gereğini yerine getirmek, yani belirli bir durumda çıkarlarımızın gerektirdiğini değil de “yapılması gerekeni” yapmak herkesin elindedir. Zira bunu bize buyuran ve saf akıldan gelen bir yasa olan ahlak yasasını veya onun buyruğunu -kesin buyruğu- duymak ve ona göre hareket etmek herkesin elindedir. Bunun aksine mutluluğun deneysel koşullu buyruğunu yerine getirmenin, yani kişinin belli bir durumda nasıl eylemde bulunursa kendi çıkarlarını en iyi koruyabileceğinin, ancak seyrek olarak insanın elinde olduğunu söyler Kant (Kant 1980: 65). Zira o durumda yapılması gerekeni bulmak birincisi kadar kolay değildir, bu zeki, yani kurnaz olmayı gerektirir. Bu nedenle onu bulmak daha güçtür der Kant.
Kant etiği, kuşkusuz, günümüzün en çok tartışılan etik görüşlerinin başında gelmektedir. Geier bunu “Kant’a değinmeyen hiçbir modern ahlak felsefesi yoktur” biçiminde ifade eder (Geier 2009: 243). Bu önemli yerine karşılık Kant etiği, çoğunlukla eksik ya da yanlış anlamaya dayanan, eleştirilerle karşılaşmaktadır. Yapılan eleştiriler takdir ve övgülerden çok daha fazladır. Bunda onun etiğini Pratik Aklın Eleştirisi ve Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi kitaplarında ortaya koyduğu düşünceler yerine, günümüzün yaygın bakış açısıyla pek uyuşmayan –katillerin her durumda öldürülmeleri gerektiği, intiharın ödeve karşı çıkmak olduğu, cinsel ilişkinin insanı alçalttığı, mastürbasyonun intihardan daha büyük bir suç olduğu, kendi içinde yanlış olan bir şey emretmediği sürece kurallara uygun olarak kurulmuş siyasi otoriteye karşı çıkmanın hiçbir gerekçesinin olamayacağı, masum bir insanın hayatını kurtarmak için bile olsa yalan söylemenin her zaman yanlış olacağı gibi- görüşleri (Wood 2009: 166-167) üzerinden okumanın etkisi olsa da, kendi döneminden günümüze, onun felsefe yapma tarzının ve etikte sorun edindiği şeyin gözden kaçırılmasının da etkili olduğu düşünülebilir.
Ayrıca Kant etiğinin eleştirilmesinde önemli olan başka bir etken de, günümüzün Zeitgeist’ının ödevlerden çok özgürlükleri öne çıkarması nedeniyle, “ödev etiği” olarak adlandırılan ve insanlara “yapmalısın!”, “etmelisin!” diyen bir etik görüşün -burada buyrulan şeyin eylemden ziyade istemeye, hatta istemenin dayandığı öznel ilkeye ilişkin olduğu da sıkça gözden kaçırıldığı için- eleştirilmesinden daha doğal bir şey yoktur. Özgürlükten yaygın olarak engellenmemenin, istediğini yapmanın anlaşıldığı bir kültür ortamında yasadan, buyruktan, ödev ve yükümlülükten söz eden bir etik görüşün küçümsenmesinden, itilip kakılmasından daha doğal ne olabilir?
Kant etiği, bunların yanında, her birisi üzerinde ayrıntılı bir çalışma yapmayı gerektiren, onun etiğinin mutluluk karşıtı, mutlu olmayı yasaklayan asketik bir görüş olduğu; formalist bir etik olduğu (M. Scheler); bir praksis kavramına sahip olmadığı, Kant’ın pratik akıl kavramının pratik niyetlerin hizmetine sunulmuş bir teorik akıl olduğu; tarihselliği tamamen bir yana bırakan salt bir “gereklilik etiği” olduğu (Tepe 2016: 164); metafizik temellere dayandığı, özellikle metafizik bir tanrı kavramını temele aldığı ve etikte nihai temellendirmeyi yapmada başarısız olduğu gibi eleştirilerle karşılaşmaktadır. Wood’a göre, Kant etiğinin yaygın bir biçimde yanlış anlaşılmasına yol açan iki nokta ise Kant’ın “zaman dışı”, “tarih dışı” bir akıl anlayışına sahip olduğu eleştirisi ile çok sayıda kişinin Kant’ta yapay bir metafizik ikicilik görmeleri; bu etik görüşün doğaya, duyulara veya bedene (Stoacı veya inzivacı bir biçimde) düşman olduğunu düşünmeleridir (Wood 2009: 170). Kant gerçi kişinin kendi mutluluğunu gerçekleştirmeye yönelik hiçbir öznel ilkenin yasa haline getirilemeyeceğini söyleyerek, ahlaklılık bilinci ile bir mutluluk beklentisi arasında doğal bir bağ olduğu düşüncesine karşı çıkar; zira en yüksek iyinin ilk koşulu olarak en üstün iyi ahlaklılıktır. Mutluluk gerçi en üstün iyinin ikinci öğesini oluştursa da, ancak ahlaksal koşul yerine getirilince, ahlaklılığın zorunlu sonucu olunca bu nitelikte olur (Kant 1980: 214). Bu da bize Kant’ın mutluluğa karşı olmadığını, sadece mutluluğun veya ben sevgisinin öznel ilke yapılmasının hiçbir zaman kişiyi ahlaklı eyleme götürmeyeceğine vurgu yaptığını göstermektedir.
Kant etiğinin bir başarısı etikte Kopernik’in doğa bilimlerinde yaptığı türden bir devrimi gerçekleştirmiş olmasıdır. Kendisinden önceki etik görüşleri şu ya da bu şekilde “iyi” ve “kötü”nün ne olduğunu varsayarak, ona göre neyi yapmanın iyi neyin kötü olduğunu belirlemeye çalışırken, Kant bunu tersine çevirerek “iyi” ve “kötü”nün ancak ahlak yasasına göre belirlenebileceğini iddia eder. Kant, “(görünüşe göre ahlak yasasının temeline konması gereken) iyi ve kötü kavramı[nın] (burada yapıldığı gibi) ahlak yasasından önce değil, ancak bu yasadan sonra ve onun aracılığıyla tanımlanması” (Kant 1980: 110) gerektiğini söyler. Genellikle düşünüldüğü gibi, iyi kavramının ahlak yasasını belirlemediğini, aksine ahlak yasasının ilk önce iyi kavramını belirlediğini ve olanaklı kıldığını dile getirir (Kant 1980: 112). “İyi” ahlak yasanına uygun olanı istemektir ya da ahlak yasasını istemektir. Başka bir deyişle, ancak bunu isteyen eylemler, dayandığı öznel ilke bir doğa yasası gibi genel-geçer olabilecek nitelikte olan eylemler, etik ya da ahlaklı eylemlerdir. Bu onun etikte gerçekleştirdiği Kopernik devrimidir.
Kant etikle ilgili ana metinleri olan Pratik Aklın Eleştirisi ve Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde her birimizin günlük yaşamından iyi bildiği ahlaklı eylemin veya etik eylemde bulunmanın nasıl mümkün olduğunu, bunu insanda mümkün kılan yapıyı ortaya koymaya çalışır. Deneysel olan her şeyden tamamen arındırılmış saf bir ahlak felsefesi geliştirmenin bir zorunluluk olduğunu düşünen Kant, böyle bir ahlak metafiziğinin işinin ise olanaklı bir saf isteme idesini ve ilkelerini araştırmak olarak görür (Kant 1982: XII).
Kant’ın olanaklı olduğunu göstermeye çalıştığı şey, ahlaklı eylemler ya da kişinin arzu ve eğilimlerinin istemesini belirlemesine gerektiğinde engel olarak gerçekleştirdiği ahlaklı ya da etik eylemlerdir. İnsan yaşamı bu eylemlerle doludur. Kant tüm eylemlerimizin bu iki tür eylemden, ahlaklı ve ahlaklı olmayan eylemlerden, oluştuğunu düşünür. Yaşamda karşılaşılan ahlaklı veya etik eylemlerden yola çıkarak ve bunların az da olsa kimi durumlarda gerçekleştiğini görerek, bunun nasıl olanaklı olduğunu sorar ve bunu insanın bilme ve arzulama yetisinde mümkün kılan yapıyı ortaya koymaya girişir -onun etik görüşünü ortaya koymada sıkça insan görüşüne başvurulmasının nedeni de budur. Kant etiğinin fenomene uygun bir etik olmasının nedeni de budur. Zira Kant’ın etiğinde yapılmaya çalışılan, ahlaklılığın kurgu olmayıp, olandan hareketle olabilirliğinin gösterilmesidir. Bu nedenle Kant etiğinin, hem geniş anlamda etiğin temellerinin gösterilmesi, yani bir ahlak metafiziğinin – yani etikte sentetik a priori yargıların- olanaklı olduğunun ortaya konulması, hem de her tek kişiye etik eylemde bulunmasının mümkün olduğunun –aynı zamanda bunun bir yükümlülük olduğunun- gösterilmesi olduğu söylenebilir.
KAYNAKÇA
Geier, Manfred (2009), Kant’ın Dünyası, çev. Erol Özbek, İstanbul: İletişim Yayınları.
Höffe, Otfried (1983), Immanuel Kant, Münih: C. H. Beck Verlag.
Höffe, Otfried, (2012), Kant’s Kritik der Praktischen Vernunft Eine Philosophie der Freiheit, Münih: C. H. Beck Verlag.
Kant, Immanuel (1980), Pratik Aklın Eleştirisi, Çev. İoanna Kuçuradi, Ülker Gökberk, Füsun Akatlı, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
Kant, Immanuel (1982), Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, Çev. İoanna Kuçuradi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları.
Kant, Immanuel (1996), The Metaphysics of Morals, Mary Gregor (ed.), Cambridge: Cambridge University Press.
Tepe, Harun (2016), “Günümüz Sorunları Karşısında Kant Etiği”, Teorik Etik Etiğin Bilgisel Sorunları, Ankara: BilgeSu Yayınları.
Tepe, Harun (2020), “Kant Etiğinde ‘Aklın Olgusu’”, Pasajlar Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 6, ss.59-75.
Wood, Allen W. (1999), Kant’s Ethical Thought, Cambridge: Cambridge University Press.
Wood, Allen, W. (2008), Kantian Ethics, Cambridge: Cambridge University Press.
Wood, Allen W.
(2009), Kant, Çev. Aliye Kovanlıkaya,
Ankara: Dost Kitabevi.
[1] Türkiye Kant Topluluğu Web Sayfası için kaleme alınan bu yazı daha önce Kant etiği üzerine yayınlanan çalışmalarımdan da yararlanılarak hazırlanmıştır.