Müzik ve Felsefe Üzerine Kant Bağlamında Düşünceler

10 Ekim 2025 / Müzik ve Felsefe Üzerine Kant Bağlamında Düşünceler için yorumlar kapalı

Blog

Yazar: Alpaslan Ertüngealp

Müzik hakkında felsefi bir perspektifle yazmaya başladığımda, birçok filozofun müzik üzerine yazdıklarında, müziğin net bir şekilde tanımlanmasında, açıklanmasında ve betimlenmesinde sorunlar olduğunu fark ettim. O dönemde Steven Davies’in bir cümlesi dikkatimi çekmiş, merakımı uyandırmıştı. Bir kitabının önsözünü neden felsefe okuduğuna yönelik gösterdiği gerekçelerle açıyordu. Bu satırları ilk başta kibirli ve bağlam dışı bir şekilde abartılı geldi; benim okumak istediğim konu yerine, kendi arzuları, istekleri ve eylemleri üzerinde fazla duruyordu (ki hepsi kişisel, öznel konulardı). Bu analitik filozofun analitik felsefesine analitik bir bakış açısıyla yaklaşarak, Steven Davies hakkında değil, müzik hakkında bir şeyler okumayı umuyordum. Yazarın satırları, belki de amaçladığının tam tersi bir etki yarattı bende. Merakımı uyandırmadı. Önsözü bitirmeden kitabı bir kenara koydum. Hayatımda açıp da kapattığım ilk kitaptı. Onun neden felsefe okuduğunu neden umursamalıydım? Bu bilgiler, felsefi araştırmam (o dönem doktora tezi çalışmalarım) için gereksiz olan, otobiyografik bilgilerdi ve merakımı, bir filozof olarak müzik hakkında ne düşündüğü ve yazdığı yerine, müzik okuduğu ya da okumadığı gibi kişisel bilgiler edinmeme yönlendiriyordu. Neden onun müzik hakkında ne düşündüğü yerine, onun hayat hikayesini okumaya yönlendirilmeliydim? Bu düşünsel zincir beni yıldırdı. Yerine başka filozofların müzik, dil, düşünce, anlayış, anlam, zihin üzerine yazdıklarını okudum. Davidson, Sellars, Quine, Kant, Hegel, Chomsky, Putnam, Chalmers ve hem 20. yüzyıldan, hem antik dönemden, hem de erken ortaçağdan birçok filozof. Heraklitos’a kadar geri gittim ve felsefe tarihi boyunca felsefe çerçevesinde müzik hakkında ve ayrıca (çok genç bir felsefe branşı olan) müzik felsefesi üzerine notlar topladım. Şimdilerde bu notlarım kendi düşüncelerimle, kuramlarımla ve iddialarımla 3 ciltlik bir felsefe kitabı haline geldi.

Davies’in sözlerini uzun süre bir kenara bıraktıktan sonra kitaba geri döndüm. Kitabın ilk satırlarında yazdıklarının duygularımı etkilemesine izin vermeden salt mantıksal ve objektif sorular sormaya karar verdim. İlk sorum şuydu: Felsefe ve müzik arasındaki ilişki nedir? İkinci sorum: Müzik hakkında yazmak için neden felsefe okumak gerekir? Üçüncü sorum: Felsefe okumadan müzik hakkında yazamaz mıyız? Ve benzeri sorular da bunları izledi. Müzik alanının (ihtisasının) içinde müzik hakkında yazabilir miyiz? Cevap hayır olmalıdır, çünkü müzik (sözsüz, söz takip etmeyen, söze eşlik etmeyen, konusu teması olmayan salt müzik) esas olarak kavramsal değildir, böylelikle müzik zihinsel anlamda kavramsal değildir. Bir çoğumuza göre, ki Kant da böyle düşünür, müzik algıdır, algılar silsilesidir, bilişi, kavranması mümkün değildir. Müzik kendini kavramlar aracılığıyla tanımlayamaz; bu nedenle, diller kullanarak, ama en azından konuşulan (doğal) dilleri kullanarak, müzik ihtisasının içinden felsefi bir araştırma başlatamayız. Bu yüzden müzik ihstisasının, yani kavramsal olmayan, akustik olgular alanının ve bunların zihinsel ve fiziksel izlerinin (örneğin müzik notalarının) dışına çıkmalıyız. Ben felsefemde müziğin algının ötesinde bir şey olduğunu iddia ediyorum. Müziğin kavramsal olmamasına rağmen semantik yapılarının var olduğunu, Aristoteles’in (ve daha nicelerinin) de iddia ettiği gibi salt taklit, öykünme (mimesis) olmadığını. Şimdi kavramsal olmayan alandan kavramsal alana geriye doğru bir adım uzaklaşıyoruz. Aşağıda bu ince bağlantıyı ayrıntılı olarak ele alacağım.

***

Neden felsefeye ihtiyacımız var? Müzik hakkında yazmak için müzikoloji ve müzik tarihini kullanamaz mıyız? Müziği felsefeyle ilişkilendirmeden önce, tam bir araştırma için başka alanları kullanıp kullanamayacağımızı sorabiliriz. Tek tek ele alalım ve dil ve dilbilim ile başlayıp bunları müzikle ilişkilendirelim. Müzik bir dildir öncülünü kabul edersek, bir bağlantı kurabiliriz. Müzik bir dildir öncülünü bir nedenden ötürü kabul edemeyenlere (ki ilgili akademik literatür müzik bir dildir öncülüne karşı argümanlarla doludur), müziğin dil benzeri bir doğası olduğunu veya yarı dil olduğunu söyleyebiliriz. Bu iddia, yarı dil ile ne demek istediğimizi açıklamamızı gerektirecektir. Yarı dil önerisi kabul edilemezse (ki doğal diller ile müzik arasında hiç bir bağlantı olmadığını diddia edenler vardır), müziğin dilsel niteliklere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Dil ile müzik arasındaki bağları kısıtladıkça kendimizi konuşulan (doğal) ve formel dillerin bazı dilbilimsel karateristikleri, özellikleri ve zihinsel dil yetimiz ile sınırlıyoruz. Tam ret tutumuna rağmen müzik ve dil arasında benzerlikler ve farklılıklar bulabileceğimiz gerçeği kabul edilebilir. Bazı özellikler her ikisinde de ortaktır, aynı zamanda bazı özellikler müziğe bazıları ise sadece dillere özgüdür. Ortak unsurlar: ritmik yapı, melodik yapı, entonasyon, kadans, genel olarak ses(ler) ve daha bir çokları. Kant eleştirel felsefesinde müziğe bu şekilde yaklaşmaz. Ona göre müziğin maddesi ve içeriği yoktur, düşüncelerle ona bağlanamayız (KU: B220-221). Kant’tan sonra Eduard Hanslick de formalist felsefesinde aynı şeyi iddia eder (Hanslick: 1854). Müzik formlardan, şekillerden başka bir şey değildir. Felsefi önerime göre müzik eserlerinin ortaya çıkışında Kant’ın biliş mekanizması ters yönde işler.

Müziğin daha çok işaretlerle bağlantılı olduğunu iddia edenler, müziği semiyotik (göstergebilim) yoluyla açıklamaya çalışan düşünürler vardır. Bu yakaşıma göre şimdilik müzikte semboller kullandığımızı belirtmek yeterlidir, ancak bu ifade koşulsuz değildir. Bu ifadeye çok katı koşullar uygulanmalıdır. Birincisi, sembolleri duymayız. Onları sadece okuyabiliriz. Semboller müzik üretmez, bir müzik eserinin icrası için kılavuz (veya yönerge) olarak sesleri ve/veya müziksel işlevleri temsil edebilirler; seslerin temsili olarak da görülebilirler ya da bütün bir müzik eserinin yazılması ve icra edilmesi için gerekli kurallar topluluğu olarak da görülebilirler. Müzik sembolleriyle ilgili paradoksal bir durum söz konusudur: müzik sembolleri müzik kurallarına göre kullanılırken, müzik kuralları müzik sembollerinin kullanımına göre belirlenir. Birincisi müzik yazarken, ikincisi ise icra etmek için müzik notalarını, partisyonları okurken görülür. Semiyotikle ilgili olarak, sembollerin anlamları olduğu öncülünü kabul etmeliyiz. Müzikte anlam, sembollerin birbirleriyle olan ilişkilerinden daha az önem kazanır. Sembollerin birbirleriyle olan ilişkileri kuralları oluşturur ve daha önce belirttiğimiz gibi kurallara uyar ve bundan, işitsel alanda bir müzik eserinin somutlaştırılması için insan eylemleri doğar. Ancak, müzik sembollerinin sadece müzikal olgular dışı anlamların anlaşılmasına yol açabileceğini, müziksel anlamın anlaşılmasına yardımcı olamayacağını vurgulamak gerekir. Müzikal anlamın ne olduğu çağdaş felsefede sıkça tartışılmaktadır.

Müzik ile herhangi bir dil tipi arasındaki tüm bağlantılara ve semiyotiğe karşı çıkarsak, müziği bestelenen, yazılan ve okunan bir şeyden ziyade duyulan ve icra edilen bir şey (bir fiziksel akustik olguların alanı) olarak görürsek, gireceğimiz başka bir alan daha vardır. Bu, akıl ve zihin alanının müzikal oluşumlar alanı ile, yani müzikal (akustik) olgular alanı ile kesiştiği noktadır. Müzisyenlerin zihninde müzik okurken, müzik icra ederken ve müzik dinlerken düşünceler belirir. Dinleyicinin zihninde de düşünceler belirir. Bunlar birbirinden biraz farklıdır, ancak genel olarak müzikle bir şekilde etkileşime girenlerin, müzikle bağlantı kuranların veya müzik yaratanların zihninde düşünceler bulabileceğimizi söyleyebiliriz. Birçok düşünür, müziksel düşüncelerin belirli bir tür zihinsel oluşumun (eylem veya sürecin) ürünü olma olasılığını şüpheyle karşılar ve reddeder, yani müzisyenlerin müzik bestelerken, çalışırken, pratik yaparken ve icra ederken zihinlerinde olan her şeyin düşünme sürecinin ürünü olmadığını iddia ederler. Bu düşünürler için bu zihinsel olgular düşünce olamaz ve bu olgularla ilgili zihinsel eylemler düşünme olamaz. Bu düşünürlerin ana argümanı düşünmenin ancak kavramlarla mümkün olabileceğidir.

***

Genel olarak zihne doğru daha da yaklaşabilir ve zihin müzikle ilgilendiğinde (yaratma, yeniden yaratma, dinleme ve benzeri durumlarda) zihin-dünya bağlantısına dair ipuçları arayabiliriz. Araştırmamızı müzik ve sadece müziksel olgular üzerinden yönlendirmeye çalışabiliriz. Ya da tam tersine, deneysel (ampirik) felsefeyi tamamen bir kenara bırakıp kendimizi metafizik araştırmalara adayabiliriz. Zihnin var olup olmadığını ve bilincin ne olduğunu sorabiliriz; bunların eşanlamlı olarak kullanılıp kullanılamayacağını veya farklı varlıklar olarak ayrı ayrı ele alınması gerekip gerekmediğini sorabiliriz. Zihnin var olmadığını iddia edenler varsa, onun yerine başka bir var olanı koyup koyamayacağımızı sormamız gerekir, çünkü zihni dedüksiyonlarımızdan ve araştırmalarımızdan çıkarırsak, insan doğasını anlamamızda bir boşluk oluşur. Bazı düşünürlerin yaptığı gibi (bkz. Dennett: 1991) fiziksel olanın derinliklerine inmeye çalışabiliriz. Ancak o zaman müzikle ilgili zihinsel soruların yanıtlarını bulamadan fiziksel olanın içinde sıkışıp kalırız. Bazıları tüm soruları işlevler, davranışlar, eylemler ve nöral ateşlemeler olarak yanıtlamaya çalışır. Bunların hiçbiri müzik deneyiminin ve genel olarak tüm deneyimlerin bu tür ve şu tür doğasını, niteliğini açıklayamaz.

Bir şeyin, mesela zihinsel olanın, fiziksel olanın üst gelimi olması gerektiğini varsayabiliriz (bkz. Chalmers: 1996). Bu şey, deneyimlerimizin benzersizliği, yani qualia ile ilişkili olmalı, daha doğrusu buna tekabül etmelidir. Eğer qualia’yı tümüyle saçmalık diyerek reddedersek, deneyimlerimizin doğası hakkında cevaplar talep edebiliriz. Psikoloji ve sinirbilim, beynimizin ve işleyişinin anlaşılmasına büyük katkı sağlamıştır, ancak belirli fiziksel nöral oluşumların nasıl bilinçli deneyim dediğimiz şeyi üretebileceğini veya doğurabileceğini açıklamak için gerekli araçlardan yoksundur. Dahası, bunlar deneyimlerimizin (zihinsel ve benzersiz) niteliğini açıklayamaz.

***

Bazıları, bu noktadan itibaren yaklaşımlarımızın iki ana yöne ayrıldığını savunur: fizikalistler (materyalistler, natüralistler ve belki de genel olarak realistler) tüm açıklamaları, tanımlamaları ve betimlemeleri fiziksel olanla sınırlandırmaya çalışır. Öte yandan, dualistler, fiziksel olanın ötesinde veya üzerinde bir şeyin var olduğu yönündeki çeşitli inançlarını savunurlar. Belki de hiçbiri doğru değildir ve bu soruya yaklaşmanın üçüncü bir yolunu bulmalıyız. İnsanı anlamak, zihnin ne olduğunu veya ne olmadığını anlamak sorusuna. Bizler, yalnızca işlevler aracılığıyla tanımlanıp tanımlanabilen çok karmaşık varlıklar mıyız? Deneyimlerimiz kendimize özgü mü, yoksa niteliksel olarak aynı olmakla birlikte, diğer beyinlere ve onların işleyişine ulaşmak ve dahil olmak için fiziksel sınırlamalarımız olduğundan deneyimlerimizi başkalarıyla paylaşma imkânımız yok mu?

Kant’ın eleştirel felsefesi bu iki yönün arasında görülebilir. Kant’a göre müziğin birçok özelliği vardır: Birincisi, matematiksel temeli, ki bu temel sayesinde müzik değer kazanır ve genel anlamda güzel sanatlar arasında yer alabilir. Bir diğeri olan hoşluğu (zihni uyarması) nedeniyle güzel sanatlar arasında en üst sırada yer alır (ama tahrik edici özelliği nedeniyle şiirden sonra ikinci sıraya kayar). Bir başka özelliği ise geçiciliğidir. Bu özelliği sadece duygularla oynayan doğası ile birleştiğinde, kavramsallıktan yoksun olduğu için kültürel açıdan değeri düşer. (Kültürel kelimesi, kültürel olarak şekillendiren, eğiten olarak anlaşılmalıdır.) Bu şekilde değerlendirildiğinde, en alt sırada yer alır (KU: B218, 220-221). Müziğin sanat olarak kendini kabul ettirdiği dönemde, 19. yüzyılın ortalarında felsefede müzik anlayışında paradigma değişimi gözlüyoruz. Schopenhauer’in müzik anlayışı Kant’ınkinden farklıdır. Schopenhauer’ın idealizmine göre, müzik sanatlar arasında en üst sırada yer alır (Schopenhauer: 1909: 339). Schopenhauer’da çok güçlü ve net bir müzik felsefesi ile karşılaşıyoruz. Kant’a geri dönersek onun kararsızlığını ve tereddütlerini biraz daha belirtebiliriz. Ona göre, müziğin nesnesi tanımlanamaz, süreksizdir ve geçicidir (KU, §52 B213-214 ve §53 B215-222); bu nedenle, müzikal ses fikri estetik bir sorun değil, ampirik bir sorun ortaya koyar. Belirli bir sese değil, genel bir olguya atıfta bulunan Transandantal Estetik’te (KrV, B33 vd.) ses kavramının nereye yerleştirilebileceği açık değildir. Kant’a göre, müzikle ortaya çıkan etki (Affekt), müziğin geçiciliği ve matematikselliği arasında köprü kurmaya çalışır.

***

Müzikal sesin nitelikleri genelleştirilemez. Genel olarak seste olduğu gibi (ki buna gürültü, beyaz gürültü, konuşma ve doğal sesler dahildir), müzikal ses de bir duyumdur, dolayısıyla bir temsildir. Ancak, fiziksel özelliklerine dayanarak, müzikal ses kavramı, müzikal olmayan kavramlara da öncülük eder. Örneğin, seslere isim verebiliriz; müzikal seslere de isimler verebiliriz (do, re, mi bemol, fa diyez, vb.), onlara duygulara dayanan ve hatta müzikal olmayan duyulara dayanan nitelikler atfedebiliriz (tatlı, sert, vahşi, yumuşak), ayrıca hayvan ve insan seslerinde olduğu gibi, enstrümanlara kişilik kazandırabilirler. Her kişiyi ve hayvanları seslerinden ayırt edebiliriz, sazları da birbirinden ayırt ederiz.

Yukarıda sıraladığım düşünceler, kuramlar ve bakış açıklarının çokluğu ve yer yer ortaya çıkan çelişkili durumlara alternatif sunmak ve düşünsel gerginlikleri azaltmak ve mümkünse ortadan kaldırmak için yeni bir fikir öne sürüyorum: „müzik, görüşümüzün arı bir biçimidir “. Burada görüş (Anschauung), Kant’ın transandantal idealizmindeki anlamıyla anlaşılmalıdır. Bu iddia, Kantçı transandantal estetik çerçevesinde kanıtlanmalıdır. Bunun için, Kant’ın analizlerini ve açıklamalarını adım adım incelemeliyiz. İddiam Saf Aklın Eleştirisi çerçevesinde kanıtlanırsa, bu, dünyanın müzik yoluyla algılandığını ve anlaşıldığını da kanıtlar, yani tüm bilişler sadece görüşümüzün arı biçimleri uzay ve zaman ile değil, aynı zamanda arı müzik biçimiyle mümkündür. Sonuç olarak, tüm biliş (insan bilişselliği) müzikal bir yapıya sahip olur. Bu kanıtla Kantçı transandantal estetiği genişletebiliriz. İddialarımız çağdaş araştırmalar için geçerli hale gelebilir. Eğer başarısız olursak, bu zahmetli analizimizi bir adım daha ileri götürerek, önceki kuramlardan kavram ve fikirler ödünç alarak arı müziğe yaklaşmanın yeni yollarını bulabiliriz. Örneğin, şu iddiayı sınayabiliriz: Görüşümüzün arı biçimleri, duyarlılığımızın a priori  biçimleri (temel doğası) ve koşulları olduğundan, arı müzik, arı zihinsel görüşün biçimi veya doğrudan zihinsel tamalgının (Apperzeption) biçimi olabilir. Zihinsel görüşün a priori biçimi, kendisinden başka bir şey olamaz. Zihin, kendi içinde ve kaynak olarak kendinden algılıyorsa, yukarıda ayrıntılı olarak anlatılan deneyime ihtiyacı olmaz. Ancak Kant’a göre zihin kendi kendine algılayamaz. Bu nedenle, arı müziğin zihinsel görüşün bir biçimi ve zihinsel tamalgının bir koşulu olduğunu söylemek, (duyusal) görüşün arı biçimi olduğunu söylemekten daha doğru olabilir.

***

Felsefe, insanın en büyük inovasyonudur, var olmayanların yaratılması, var olanların ötesindeki dünyaların somutlaştırılmasıdır. Nasıl? diye sorulabilir. Burada hemen ding-an-sich akla gelir. “Kendinde olan şey” var mıdır, yok mudur? Bir varsayım (postulat) mıdır? Onu biz mi yaratırız, yoksa bizden bağımsız olarak mı var olur? Bu soruları burada cevaplamayacağım (Kant bunlara geniş metaforik bir ışık tutar). Ya da örneğin, Platonik evrenselleri düşünelim. Onlar var mıdır, yok mudur? Platon, evrenseller ve idealar arasındaki farkı bize açıklar. Ona göre idealar gerekli varlıklardır, evrenseller varlık olarak düşünülmemelidir. Yine de bütün bu düşünceler ve varılan sonuçlar bize, yani insana aittir. İdeaları, bu gerekli varlıkları da aslında bizler yaratmaktayız, ama bizden bağımsız olarak var oluşlarını düşünür ve ampirik kanıtımız olamamasına rağmen varlıklarını kabul edebiliriz. Tekrar soralım, idealar var mıdır? Evrenseller var mıdır? Platon’a göre değil, onu takip eden 2500 yılın düşünce sistemlerini göz önünde bulundurup cevap vermeye çalışalım. Evet ve hayır. İki bin beş yüz yıldan fazladır metafizik tartışmalar takip ediyoruz. Bazı dönemlerde metafiziğin saçma hatta mantıksız ve lüzumsuz olduğu iddia edilmiş ama günümüzde metafizik konumunu ve gücünü yitirmemiştir. Burada metafizik altında a priori çıkarsamalar aklıma geliyor. Müziğin a priori niteliğinin olduğunu, müzik yaratmak, müziği icra etmek ve dinleyebilmek (Saf Aklın Eleştirisi‘ne göre, bilmek ve tanımak, Yargı Gücünün Eleştirisi‘ne göre yaratmak) için savunduğum tezde arı müziği anlatıyorum. Arı müzik müziksel deneyimlerimizi mümkün kılan öncül zihinsel yapılar için kullandığım bir terim. Bu düşünceler somutlaşamayacak bir alanda dolanır.

Yukarıdaki cümleme geri dönersek, bir muhalifim, “var olanların ötesindeki dünyaların somutlaştırılması” fikrinin kendi içerisinde çelişkili olduğunu, belki de “düşüncemde bir kısa devre” olduğunu söyleyebilir. Ona şu sorularla karşılık verebilirim: Kant’ın düşünce dünyası var olan mı, yoksa var olmayan bir dünya mı? Herhangi birimiz bir başkasının düşünce dünyasını yaratabilir mi? Hayır. Onu yeniden yaratabilir mi? Hayır. Bu, onların var olmadıkları anlamına mı gelir?

Şimdiki zamanda, artık var olmayan dünyalara, örneğin Kant’ın düşünce dünyasına atıfta bulunabilecek dünyalar yaratabilirim. Bu, var olmayan bir şeyin somutlaşması mıdır, yoksa artık var olmayan, uzun zaman önce var olmuş olan bir şeyin somutlaşması mıdır? Belki evet, ya da belki bu, artık var olmayan dünyayla fiziksel bir bağlantısı olmayan yeni bir dünyayı ortaya çıkarır. Ama yine de bu dünyalar arasındaki korelasyon reddedilemez, peki nasıl? David Chalmers’ın zombilerini ele alalım. Zombi dünyası (The Conscious Mind kitabındaki bir düşünce deneyi) var olmayan bir dünyanın somutlaşması değil midir? Belki de somutlaşma kelimesi doğru değildir, “bir dünyanın zihinsel olarak yaratılması” demek daha doğru olur. Ama yaratma (zihinsel ya da fiziksel) bir tür somutlaştırma değil midir? Somutlaştırma mutlaka maddeye atfedilmezse, zihinsel somutlaştırma/yaratma düşüncesi kabul edilebilir ve böylece sanatlarda yaratış, yaratmak, sanat eserlerinin önce zihinsel sonra fiziksel olarak ortaya çıkmaları olanaklı hale gelir.

***

Hemen hemen her düşünce sistemi veya okulu, insanlığın kültürel evriminde ve teknolojik ilerlemesinde kendini belirleyen, önceden hazırlanmamış, önceden planlanmamış kuramsallaşmış yapılardır. Bu düşünce proto-koleksiyonları, kolektifin zihinsel eylemleri yoluyla organik olarak gelişir ve çoğu zaman eski yapılanmalara tepki olarak sonradan isimlendirilir. Felsefi araştırmamda, kavramsal olarak müzisyenlerin yaratıcı faaliyetlerinin karmaşık zihinsel yapılarının farkına vardım. Bu faaliyetler çoğu durumda içgüdüsel ve kısmen bilinçsizdir ve benim müzik (yaratıcı) faaliyetlerimde de benzer şekilde gerçekleşir. János Boros, Felsefe Sanatı’nda şöyle yazar: “[…] yazar ve sanatçının eylemleri mantığın emrinde değildir. İnsanın sanatta gerçekleştirdiği bu spontan, nedensiz-ve-mantıksız yaratış gizemli, tedirgin edici, ürpertici ve muhteşemdir” (Boros, 2020: 55). Şimdilerde üzerinde çalıştığım felsefe kitabımda (Müziğin Metafiziği) müziğin olgusal ve zihinsel süreçlerde mistikleştirilmesine karşıt tutumumla yukarıda bahsettiğim Kantçı önerime bir önkoşul sürüyorum: müzik söz konusu olduğunda zihin-dünya ilişkisinin gerçekleşebilmesi için bir tür ampirist arka planın geçerli olduğu varsayılmalıdır, bunu daha sonra zihin için a priori sentetik koşullarla iç içe geçireceğim. Önerim, John McDowell’ın Mind and World kitabında belirttiği gibi, “sunduğum tabloya iyi bir giriş yolu, minimal ampirizmin makul olup olmadığını düşünmektir” şeklinde kabul edilebilir (McDowell, 1996: XI).  Bu noktada, müzikle ilgili çok sayıda felsefi kuramı inceleyip, arı müziğin ne olduğunu anlamaya yönelik yolumuzda müzikle ilgili tüm felsefi fikirleri ve kuramları Kant’ın epistemik kuramı çerçevesinde kanıtlayabilir veya çürütebiliriz. Neden Kant? Kuramımın sadece esini değil, çıkış noktası ve kaynağı Kant’ın eleştirel felsefesi olduğu için.

Sonuçlarımız şunlardan biri olabilir: 1a) Müziğin Kantçı arı biçimler olan zaman ve mekanın yanı sıra, görüşümüzün arı bir biçimi olduğunu ve başka hiçbir kuramın geçerli olmadığını kanıtlayabiliriz; o zaman müzik, görüşümüzün arı bir biçimi olarak kabul edilecektir. 1b) Müziğin doğrudan zihinsel görüşün arı bir biçimi olduğunu kanıtlayabiliriz; o zaman müzik, doğrudan zihinsel görüşün arı bir biçimi olarak kabul edilecektir. 2) Arı müziğin (Kantçı kuram çerçevesinde) görüşümüzün arı bir biçimi olduğunu kanıtlayamazsak, arı müziğin a priori doğası hakkında alternatif bir kuram araştırılabilir ve önerilebilir. 3) Karışık bir sonuç elde edersek, yani bazı kuramsal savlar geçerli, bazıları ise geçersizse, müziğin çok yönlü bir doğası olduğunu ve birçok şekilde betimlenip, açıklanıp tanımlanabileceğini ve arı olmadığını söyleyebiliriz. Bu sonuç, arı müzik hakkında kesin ve tatmin edici bir açıklama sağlamadığından savların daha ayrıntılı incelenmesini gerektirecektir. 4) Hiçbir kuram geçerli değilse veya hiçbiri kanıtlanamıyorsa, başka yaklaşımlar, metodolojiler aranmalı, geliştirilmeli ve arı müzik için yeni açıklamalar ve arı müzik üzerineyeni tanımlar veya betimlemeler bulmaya çalışmalıyız. Böylece, müziksiz neden var olamayacağımıza dair deneysel olmayan bir cevap bulmaya çalışır, insan bilişini, bilincini ve zihnini anlamaya yönelik yeni olasılıklar ve alternatifler sunabiliriz.

  • Boros, J.: Filozófiaművészet [Felsefe sanatı]. MMA-MMKI. Budapeşte. 2020.
  • Dennett, D.: Consciousness Explained. Back Bay Books. NY. 1991.
  • Hanslick, E.: Vom Musikalisch-Schönen– Ein Beitrag zur Revision der Ästhetik der Tonkunst. Breitkopf & Härtel. Leipzig. 1854/1922. epub. Project Gutenberg. 2008.10.18. [EBook #26949]
  • Kant, I.: Kritik der Urteilskraft. Meiner. Hamburg. 2009.
  • Kant, I.: Kritik der Reinen Vernunft. Meiner. Hamburg. 2019.
  • McDowell, J.: Mind and World. Harvard University Press. Cambridge, MA. 1996.
  • Schopenhauer, A.: (1818/1844): Die Welt als Wille und Vorstellung, 1. Bd. Zürcher Ausgabe. Werke in zehn Bänden. Band 1-4. Zürich. 1977.