Yazar: Umut Eldem
Son yıllarda Kant literatüründe, özellikle de ahlak felsefesi alanında süregiden önemli bir tartışma mevcut. Bu tartışmanın Kant’ın ahlak felsefesinin temel kurucu unsuru hakkında olduğu söylenebilir. Kant, ahlak felsefesini mutlak, evrensel, nesnel bir değer üzerinden mi kurmuştur? Yoksa temel ahlak ilkesi insan aklının çalışma prensiplerinden türetilen veya “inşa edilen” bir ilke midir?
Tartışmanın “gerçekçi” (realist) diyebileceğimiz tarafları Kant’ın ahlak felsefesinin adeta bir “ilk ilkeye” atıfta bulunduğunu ve bunun da “rasyonel doğa” denilen kavram olduğunu öne sürmekteler (Allen Wood, Kantian Ethics, 46). Kant’ın Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi metninde koşulsuz buyruğun ikinci formülasyonunda karşımıza çıkan bu kavram sahiden de gerçekçi bir tını barındırıyor.
İnşacı tarafta ise mutlak bir değere atıfta bulunmak yerine, Kant’ın ahlak felsefesindeki en önemli hususun, doğru veya yanlış davranışı ya da ahlaki ödevlerimizin neler olup olmadığını anlamak adına “evrenselleştirme” yöntemi olduğunu ve bu yöntemi temellendirmek için aslında gerçekçi yorumcuların öne sürdüğü şekilde tartışılmaz bir ilk ilkeye ihtiyaç bulunmadığını öne sürenler mevcut. Bu geleneğin ilk temsilcisi elbette John Rawls’dur, ancak sonrasında Onora O’Neill, Barbara Herman ve Christine Koorsgaard gibi pek çok Kant uzmanı, Kant felsefesine dair birbirlerinden oldukça farklı inşacı yorumlar geliştirecektir. Elbette gerçekçilik ve inşacılık pozisyonlarının kendi içlerinde de pek çok kola ayrıldığını, ortak ve yekpare bir gerçekçilik ve inşacılıktan kolay kolay bahsedemeyeceğimizi de belirtelim.
Gerçekçi kuramlarla ilişkili genel problemin epistemolojik olduğu söylenebilir: nasıl oluyor da bu ideal-mükemmel ilkeyi tanıyabiliyoruz ve anlayabiliyoruz? Gerçek değerin tam da bu değer olduğundan nasıl emin olabiliriz? Gerçek (mutlak, hakiki, evrensel, nesnel) olanın ölçütüne nasıl karar verilebilir? Bunlar her gerçekçi yaklaşımın başa çıkması gereken ve tarihsel izleğini Platon’dan günümüze kadar takip edebileceğimiz problemlerdir. Kolay ve herkesçe kabul görmüş çözümleri de yoktur (ki bu durum felsefenin pek çok esaslı problemi için geçerlidir). Ancak gerçekçilik, ortaya daha güçlü ve nesnel bir ölçüt veya ölçütler sistemi koyabildiği sürece, özellikle de ahlak alanında görececilik (öznelcilik/keyfiyet) tehdidine karşı avantajlı bir konumda bulunur.
İnşacı kuramların ise epistemolojik problemle başa çıkmaları daha kolaydır, zira yüksek, yüce, bilinmesi zor bir ilkeye atıf yapmaktansa bu değer ve ilkeleri gündelik yaşantımızda hali hazırda kullandığımızı ve en yüksek ilkelerin bile nihayetinde “insan ürünü” olduğunu savunurlar. İnşacı yaklaşımlar, gerçekçilikten farklı olarak, görececilik tehlikesine karşı bir cevap vermekle yükümlüdür. Eğer nihayetinde bütün değerler ve ilkeler “insan ürünü” ise, bu değerleri değiştirmek, yok saymak, yerine alternatif değerler önermek de mümkün gözükmektedir. Özellikle ahlak alanında ihtiyaç duyduğumuz nesnel ölçütleri inşacı bir yaklaşım gerekçelendirilebilir mi?
Burada inşacılıkla ilgili yaygın bir varsayımdan söz etmek gerekiyor. Günümüzde inşacılık bir tür keyfiyet ve öznellikle bir arada anılıyor ve sanki bir kavram veya deneyim inşa edildiyse, “çok da gerçek değil” veya “kolay değişebilir” olduğu varsayılıyor. Bu her durumda doğru değil. Kenneth Westphal, Hegel’s Civic Republicanism eserinde tam bu meseleyle ilgili David Hume’un bir sözünü hatırlatıyor: “Ahlak kuralları insan ürünü olsalar da keyfi değildirler.” Yani inşa edilen değerler ve ilkeler de belli ölçüde bir zorunluluk ve nesnellik taşıyabilirler. Eğer bu doğruysa, Kant’ın ahlak felsefesini temellendirmek için rasyonel doğa veya insanlık onuru gibi kavramları öne sürmemize gerek kalmayabilir. Onun yerine koşulsuz buyruk (özellikle onun evrensel yasa formülasyonu) ve evrenselleştirilebilirlik ölçütünün akılsal olan her şeyin (ve dolayısıyla ahlâkın) temelinde yer aldığı söylenebilir.
Burada inşacılık açısından daha temel bir problem ortaya çıkıyor: Ahlakı akılda temellendiriyoruz, ancak aklı temellendiren nedir? Akıl kendi kendisinin temeli olabilir mi? Bunu başarıp başaramayacağını nasıl bilebiliriz? Pek çok farklı bağlam açısından Kant felsefesinin “ya batacağı ya çıkacağı” nokta tam olarak burasıdır. Onora O’Neill Constructions of Reason adlı eserinde bu soruya cevap arıyor ve meseleyi Kant’ın da çok sevdiği mahkeme metaforuyla açıklamaya girişiyor.
Bir mahkemenin yetkili ve meşru olmasını sağlayan şey nedir? Elbette burada akla ilk gelen devlet gibi yaptırım ve yasama gücünü barındıran bir yapıya işaret etmektir. Ancak şimdi soruyu bir adım daha ileriye taşımamız gerekli: devletin ve yasamanın meşruiyeti nereden kaynaklanıyor? Kabaca eski çağlarda bu meşruiyetin kaynağı olarak monarşi (kan bağı) veya ilahi bir bağlam (kilise, kral’ın Tanrı tarafından seçilmiş olması) gösterilebilirdi. Ancak bu “dışarıdan verilen” veya “başka bir otoriteye atıfta bulunan” cevaplar aklın özerkliğini sonuna dek savunan bir aydınlanma filozofuna elbette yakışmayacaktır. Öyleyse akıl, kendi kendisinin meşruiyetini kuran bir mahkeme gibi anlaşılmak zorundadır. Ancak akıl bunu yapacak ehliyete sahip olduğunu nasıl gösterebilir?
Bu meselenin hem epistemolojik hem de ahlaki bir yönü mevcut. Ahlaki yönden gerçekçi bir yaklaşıma başvuracaksak “rasyonel doğa” veya “insan onuru” kavramı burada işimize yarayacaktır. Koşulsuz buyruk ve aklın diğer ilkeleri bu değeri hayata geçirmemizin vazgeçilmez koşullarına işaret ettikleri için, meşruiyetleri de bu zemin üzerinden kurulabilir. İnsanlık onurunu tartışmaya açmak bu noktada artık abesle iştigaldir, böylesi bir değeri dahi tanımayacak bir ahlak felsefesinin bir karşılığının olması zor görünüyor. Ancak değerler tartışmasına girdiğimizde, aynı zamanda bir “değerler hiyerarşisi” tartışmasına da girmiş oluruz. İnsanlık onurunun sahiden de “en yüksek” değer olduğunu nasıl anlayabiliriz? Ona alternatif olarak getirilebilecek değerlerin insanlık onuru mertebesinde olmadığına nasıl ikna olabiliriz? Dahası, farklı değer hiyerarşilerini savunanlara karşı verecek cevabımız ne olmalıdır?
İnşacılıkta değerler hiyerarşisi problemi ile karşılaşmayız. İnşacılık, mutlak, evrensel, en yüksek bir değer sunmadığı müddetçe pek çok farklı değer hiyerarşisi içerisine yerleştirilebilir. Bana kalırsa Kant’ın özellikle Saf Aklın Eleştirisi’nin son kısmında (Methodenlehre) öne sürdüğü bazı fikirler bu tür bir yaklaşıma işaret ediyor. Bu devasa metnin en sonunda Kant, eleştirinin asla bitmeyen ve sürdürülmesi gereken bir proje olduğunu öne sürerek adeta kendi yapıtının da mutlak, evrensel, değişmez olmadığını bizlere hatırlatıyor.
Onora O’Neill de Saf Aklın Eleştirisi’nin bu niteliğine dikkat çekiyor: Akıl en başta neyin bilgi olup olmadığının farkında değil. Bu yüzden önce elindeki malzemelere bakıyor (deneyimden gelen görüler, kavramlar, yargı gücü vb.) ve daha sonra da kendi planını izleyerek bu malzemelerden bilgiyi inşa ediyor. İnşa edilen bilgi, diğer rasyonel öznelerin eleştirisine, geri bildirime, sınamasına açık bir bilgi olmak durumunda, ancak “mutlak, değişmez, evrensel” olma iddiasında olmak zorunda değil. O’Neill’a göre eleştiri yoluyla gerekçelendirilebilir bilgi üretme projesi başarıya ulaştığı takdirde, akıl kendi meşruiyetini göstermiş olacaktır. Yani başlangıç noktasında geçici bir meşruiyete sahip olan mahkeme, eleştirinin sonuna gelindiğinde deyim yerindeyse “rüştünü ispat etmiş olacaktır”.
Epistemoloji alanında yürütülen bu tartışmayı elbette ahlak alanına taşımak artık daha kolaydır. Bilgi alanında rüştünü ispat eden akıl, ahlak alanında daha da kurucu ve merkezi bir rol üstlenir. Sahiden de Kant’ göre ahlaklı davranmak akla uygun davranmakla eş anlamlıdır. Genellikle inşacı yaklaşımlar Kant’ın koşulsuz buyruğunun ilk formülasyonu olan Evrensel Yasa formülasyonunun, ahlak için bir zemin hazırlamak adına başka herhangi bir değere atıfta bulunmadan yeterli olduğunu savunurlar.
Kant’ın ahlak felsefesi hakkında kaleme aldığı metinleri incelediğimizde her iki yorum için de yeteri miktarda ipucu bulmak mümkündür. Dolayısıyla vereceğimiz kararın pragmatik bir düzleme atıfta yapması kaçınılmaz: Kant’ın ahlak felsefesiyle ne yapmak istiyoruz veya ne amaçla bu felsefeyi çalışıyoruz? Eğer amacımız Kant’ın tam olarak ne söylediği ve nasıl düşündüğünü anlamaksa belki gerçekçi bir okuma daha tutarlı bir yorum sağlayabilir. Ancak derdimiz Kant felsefesini kullanarak farklı görüşlere, değerlere, inançlara sahip insanları ikna etmeye çalışmaksa tartışılamaz/evrensel bir değer öne sürmeyen inşacı yaklaşım buna daha elverişli olabilir.
Kaynakça:
Kant, Immanuel. The Critique of Pure Reason (çev. P. Guyer & A. Wood) Cambridge: Cambridge University Press, 1998.
O’Neill, Onora. Constructions of Reason: Explorations of Kant’s Practical Philosophy, Cambridge: Cambridge University Press, 1989.
Westphal, Kenneth. Hegel’s Civic Republicanism: Integrating Natural Law with Kant’s Moral Constructivism, New York ve Londra: Routledge, 2020.
Wood, Allen. Kantian Ethics, Cambridge: Cambridge University Press, 1999.