John Rawls’un Adalet Teorisinin Kantçı Temelleri

8 Nisan 2022 / John Rawls’un Adalet Teorisinin Kantçı Temelleri için yorumlar kapalı

Blog

Yazar: Tuğba Sevinç

20. yüzyıl siyaset felsefesinin en önemli düşünürlerinden biri olan John Rawls, Bir Adalet Teorisi kitabında ortaya koyduğu hakkaniyet olarak adalet görüşünü, onun belli başlı unsurlarını birçok kez “Kantçı” olarak niteler ya da Kant’ın fikirlerinin bir “yorumu” olduğunu söyler. Hatta Rawls’un siyasal dönüşü olarak adlandırdığımız Teori sonrası döneminde Rawls’un düşüncelerindeki büyük değişikliğin en önemli sebebi yine Kant felsefesiyle olan diyaloğunda vardığı yerdir. Bu bağlamda, Rawls’un Kant ekseninde şekillendiğini söyleyebileceğimiz üç döneminden bahsedebiliriz. İlki Bir Adalet Teorisi dönemi. İkincisi, belki de en Kantçı olduğu, kendi adalet teorisini Kantçı bir konstrüktivizm (inşacılık) olarak tanımladığı geçiş dönemi (“Kantçı Bir Eşitlik Anlayışı” (1975) ve “Ahlak Teorisinde Kantçı Konstrüktivizm” (1980) makaleleri). Son olarak da Bir Adalet Teorisi kitabındaki Kantçı adalet görüşünü, kapsamlı metafizik bir doktrin olması, çoğulcu toplumlarda sadece Kantçı değil başka makul liberal görüşlerin de olabileceği ve bu görüşlerin hepsinin Kantçı bir kapsamlı doktrinde uzlaşmalarını beklemenin Bir Adalet Teorisi’nin merkezindeki çoğulculuk varsayımıyla çelişmesi sebebiyle bir kenara bıraktığı Siyasal Liberalizm dönemidir. Bu yazı, Rawls’un Kant felsefesi ekseninde geliştirdiği “doğru”nun ”iyi”den önce gelmesi görüşünü, Rawls’un sözleşmeciliğini ve Kantçı konstrüktivizm (inşacılık) yöntemini incelemeyi hedefliyor.

Rawls hakkaniyet olarak adalet teorisinde “doğru”nun (right) “iyi”yi (good) öncelediğini ve bu düşüncenin Kant etiğinin temel özelliği olduğunu belirtir (1971, s.31-16).  Rawls’a göre faydacılık teorisinde ise tam tersi geçerlidir; bireylerin tercihleri ya da istekleri verili kabul edilir; iyinin ne olduğu (toplumda ulaşılabilecek en yüksek tatmin ya da mutluluk) doğrunun ne olduğunu belirler. Hakkaniyet olarak adalet teorisinde, doğrunun ilkeleri, yani adaletin ilkeleri, hangi tatminlerin (amaçların) değerli ve kabul edilebilir olduğunu önceler. Buna göre, adaletin ilkeleri makul ve rasyonel vatandaşlar tarafından benimsenebilecek iyi anlayışlarının neler olduğunu sınırlandırır. Yani, bireyler adaletin ilkeleriyle çelişecek amaçları ya da bu ilkelere ters düşecek bireysel iyi anlayışlarını benimseyemezler. Benzer bir şekilde, Kant da Pratik Aklın Eleştirisi’nde, iyi ve kötünün arzularımız, yani haz ve acı hissetme kapasitemiz üzerinden tanımlanamayacağını, bu şekilde kişiden kişiye değişen duyusal bir deneyime indirgenmiş olacağını söyler.  Kant’a göre, iyi ve kötünün ne olduğu ahlak yasasından önce değil, sonra ve ahlak yasası rehberliğinde belirlenir. Buna göre, “iyi” ahlak yasasına uygun davranışken, “kötü” yasaya karşı olarak davranmaktır (1778/1996, s.186-187). Tıpkı evrensel ahlak yasasının iyi ve kötünün ne olduğunu belirlemesi gibi, hakkaniyet olarak adalet teorisinde de adaletin ilkeleri vatandaşların iyi anlayışlarından hangilerinin kabul edilebilir olduğunu belirler.

Rawls doğrunun iyiye önceliği görüşünü “Ahlak Teorisinde Kantçı Konstrüktivizm” makalesinde makullük ve rasyonellik kavramları üzerinden yeniden tanımlar.(1980/1999, s. 316-317). Rawls’a göre makul (reasonable) olan rasyonel (rational) olanı hem önceler hem de varsayar. Rawls’a göre, rasyonel olmak, yani her bireyin kendi iyi anlayışını (amaçlarını ya da çıkarlarını) gerçekleştirme isteği, kişilerin bir toplumsal işbirliğinin parçası olmasının temel nedenidir. Maküllük ise toplumsal işbirliğinin koşullarının adil (yani taraflar tarafından kabul edilebilir ve onlara gerekçelendirilebilir) olmasıdır: eşitlik, karşılıklılık (reciprocity) ve toplumsal işbirliğinin karşılıklı avantajlı (mutual advantage condition) olması gibi koşullarla adalet ilkelerinin belirleneceği başlangıç durumunda sağlanır.  Makul olan rasyonel olanı “varsayar” çünkü toplumsal işbirliği rasyonellik olmadan mümkün değildir. Fakat makul olan rasyonel olanı, yani hangi iyi anlayışlarının toplumda yer bulabileceğini (kabul görebileceğini) belirler. Buna göre, bir başkasını sömürmeye, ondan karşılıklılık koşulunu çiğneyecek şekilde yararlanmayı öngören ilkeler başlangıç durumunda (original position) elenecektir. Rawls’a göre makul olanın rasyonel olanı “çerçeve içine” alması Kant’taki aklın birliği (unity of reason) fikrinin temelidir ve doğrunun iyi karşısında öncelikli olması Kantçı konstrüktivizmin en temel özelliğidir (1980/1999, s.319).

Kant “Teori ve Pratik” adlı makalesinde mutluluk ilkesinin siyasal hakkın ve yasamanın temeli olamayacağını savunur. Kant’a göre bu aslında “ampirik amaçlara (mutluluk genel başlığı altında toplayabileceğimiz) bakmaksızın a priori yasalar koyan saf aklın bir zorunluluğudur” (1793/1991, s. 73).  Politik özgürlük ancak bireyler yasa-koyucu olduklarında, sadece kendi koydukları yasalara tabi olduklarında mümkündür, başkasının koyduğu yasalar tarafından yönetilmek yabancı bir güce tabii olmaktır, özgür olmadığımız anlamına gelir. Kant’a göre, mutluluğun içeriğinin ve bizi mutluluğa ulaştıracağını düşündüğümüz hedeflerin kişiden kişiye göre değişmesi sebebiyle mutluluk herkesin üzerinde anlaştığı geçerli bir yasanın temeli olamaz. Kant, çok açık bir şekilde “kimse beni başkalarının iyiliğinin ne olduğuna ilişkin kendi fikrine göre mutlu olmaya zorlayamaz” der (1793/1991, s.74).  Herkes için geçerli tek bir iyi anlayışında uzlaşamayacağımız için (Kant’taki çoğulculuk fikri) tek bir iyi yaşam anlayışını toplumsal birliğin temeli olarak alan her devlet diktatörlük (despotizm) olacaktır. Ayrıca, Kant’a göre bireylerin üzerinde anlaşamayacakları ya da hem fikir olamayacakları ilkeler, örneğin bireylere doğuştan gelen bir takım ayrıcalıklar tanıyan ilkeler gibi, adil değildir.  Ancak, bir toplum sözleşmesinde, bireylerin genel ve birleşmiş iradesi özgürlüğü tesis edecek bir şekilde yasa koyabilir (1793/1991, s. 79). Burada Rawls’un başlangıç durumu yönteminin Kant’ın toplum sözleşmesi fikrinin bir yorumu, bir “uyarlaması” olduğunu söyleyebiliriz. Sorun, Kant’ın ortaya koyduğu gibi, farklı iyi (mutluluk) anlayışlarına ve amaçlara sahip bireylerin, birbirlerini mutlak bir iyi anlayışına göre yaşamaya zorlamadan, kendi koyacakları, üzerinde hemfikir olacakları kapsayıcı (toplumun her üyesine gerekçelendirilebilecek ve onların onaylarını alabilecek) ortak bir yasayı nasıl yapacaklarıdır. Toplumsal sözleşme fikri nasıl düşünülmelidir ki bu koşulları sağlasın? Rawls’un buna cevabı başlangıç durumudur.

Rawls’un adalet teorisi Locke, Rousseau ve Kant’tan aşina olduğumuz gibi bir toplumsal sözleşme teorisidir. Fakat burada toplumsal sözleşmenin amacı bir topluma katılma kararı ya da yönetim biçimini seçmek değildir. Bireyler, toplumsal işbirliklerinin kurucu temelini oluşturacak, toplumdaki hakları ve ödevleri belirleyecek, toplumsal işbirliği sayesinde üretilen ürünün dağıtımını düzenleyecek ve aralarındaki anlaşmazlıkları çözmekte başvuracakları temel ilkeleri seçeceklerdir.  Dolayısıyla Rawls’un toplum sözleşmesi, hâlihazırda süregiden üretken bir toplumsal işbirliğini, kapalı bir ulus devleti (bireylerin sadece doğum yoluyla üyesi oldukları) varsayar. Rawls’a göre başlangıç durumu  diğer toplum sözleşmesi teorilerindeki doğal duruma benzer, fakat tarihsel olarak gerçekleşmiş bir olay ya da kültür öncesi ilksel bir durumu betimlemez, varsayımsal (hipotetik) bir durumdur.  Başlangıç durumunun diğer bir önemli özelliği bireylerin (Rawls sık sık temsilciler ya da taraflar da der) bir araya gelip uzlaştıkları ya da pazarlık yoluyla anlaştıkları bir süreç olmamasıdır. Taraflar zaten pazarlık yapabilmek için gerekli olan bilgiye sahip değildir. Her birey başlangıç durumunda tek başına bulunur, istediği zaman bu durumda kendini düşünebilir ve bilgisizlik perdesinin (veil of ignorance) getirdiği kısıtlar altında akıl yürüterek adalet prensiplerine ulaşabilir. Yani, adalet ilkeleri, özgür ve rasyonel, ve kendi çıkarlarını ilerletme gayesindeki bireyler tarafından eşit olarak konumlandıkları (yani, eşit derecede bildikleri ve bilmedikleri) bir başlangıç durumunda seçilirler. Bireyler/temsilciler toplumda onları birbirinden ayıran toplumsal kategorilerin (ekonomik sınıf, etnik köken, din, ırk, cinsiyet, doğal yetenekler ya da kabiliyetler, zekâ, mizaç, fiziksel kuvvet, siyasi fikirler ya da yaşam anlayışları) var olduğunu bilirler, fakat kendilerinin bu kategorilerin hangisinde yer aldıklarını bilmezler. Rawls’a göre bilgisizlik perdesi kişilerin ilkeleri kendi bireysel çıkarları doğrultusunda şekillendirmesini engeller. Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’ndeki genel irade fikrinde olduğu gibi, kendi durumu ne olursa olsun “her biri herkes için seçmek zorundadır” (Rawls, 1971, s. 140).

Rawls hakkaniyet olarak adalet fikrinin “Kant’ın kendi görüşü olmamasına ve Kant’ın metinlerinden birçok noktada ayrılmasına rağmen” Kantçı olduğunu savunur. Çünkü Rawls’a göre Kant’ın teorisine “kâfi derecede benzemektedir”. Rawls’a göre benzerlik özünde Kant’ın ve Rawls’un temel ilkelere ulaşmak için kullandıkları inşa yöntemlerinin benzerliğidir. Rawls’a göre Kantçı konstrüktivizmin ana fikri “belli bir ‘kişi’ anlayışı ve adaletin ilk ilkeleri arasında bir inşa yöntemi (prosedürü) vasıtasıyla uygun bir ilişki kurmasıdır” (1980/1999, s. 304). Burada yapılandırma ya da inşa yöntemini, belli bir girdiyi işleyerek bir çıktıya ulaştığımız mekanik (ya da işleyişi tanımlı) zihinsel bir süreç olarak düşünebiliriz (Taylor, 2011, s. 11). Rawls’a göre Kant’ın ahlak teorisinin temelindeki “kişi” anlayışı, Kategorik İmperatif yöntemi ve bu yöntemin uygulanmasının sonucunda ulaşılan evrensel ahlak yasaları ile Rawls’un siyaset teorisinin temelindeki Kantçı “ahlaki kişi” anlayışı, başlangıç durumu yöntemi ve bu yöntemin uygulanmasının sonucunda ulaştığımız adalet ilkeleri benzerdir. Rawls’a göre aralarındaki en temel fark hakkaniyet olarak adalet teorisinde toplumsalın önceliğidir. Kant’ın teorisinde bireyler kendi günlük maksimlerini evrenselleştirme yöntemiyle sınayarak davranışlarını yönlendirecek evrensel ahlak yasalarına ulaşırlarken Rawls’un teorisinde bireyler başlangıç durumu yönteminde kolektif yaşantılarını, yani toplumun temel yapısını ve aralarındaki ilişkileri düzenleyecek adalet ilkelerine ulaşırlar (Rawls, 1980/1999, s. 339). Rawls, Kant’ın ahlak felsefesinde yaptığının bir benzerini toplumsal ölçekte yapmaya çalışır. Sadece bu açıdan bile, felsefe tarihinde çok orijinal bir girişimde bulunduğu söylenmelidir.

Kaynakça

Kant, I. (1793/1991). “Theory and Practice”. Kant: Political Writings (Hans Reiss ed., H. B. Nisbet çev.) Cambridge: Cambridge University Press.

Kant, I. (1778/1996). “Critique of Practical Reason”. The Cambridge Edition of the Works of Immanuel Kant: Practical Philosophy (Allen Wood ed., Mary J. Gregor çev.) Cambridge: Cambridge University Press.

Rawls, J. (1971). A Theory of Justice. Cambridge: Harvard University Press.

Rawls, J. (1980/1999). “Kantian Constructivism in Moral Theory”. John Rawls: Collected Papers (Samuel Freeman ed.). Cambridge: Harvard University Press.

Taylor, R. S. (2011). Reconstructing Rawls: The Kantian Foundations of Justice as Fairness. Pennsylvania: The Pennsylvania State University Press.


[i] Bu yazı yayına hazırlık süreci devam eden Kant’tan Sonra Kant kitabında yer alacak “John Rawls: Siyaset Felsefesinde Kantçı Konstrüktivizm” adlı makalenin bir bölümüdür.