Dünya Felsefe Günü Etkinliği

Dünya Felsefe Gününde Kant felsefesi üzerine çalışan lisansüstü öğrencileri dinleyeceğiz. Zoom platformunda çevrimiçi gerçekleşecek panele dinleyici olarak katılmak isteyenler aşağıdaki adres üzerinden ya da ID ve şifre ile bağlanabilirler. Lütfen etkinliğe katılmadan önce Zoom platformunda adınızı ve soyadınızı yazdığınızdan emin olunuz. Anonim hesaplar etkinliğe kabul edilmeyecektir. Program aşağıdaki gibidir:

Moderatör: Çağla Özcan / İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi

Konuşmacılar:

Hazal Gemicioğlu / MSGSÜ Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi – Yargı Gücü ve Amaçlılık İlkesi Üzerinden Doğa, Özgürlük ve Estetiğin Birliği

Sefa Melih Akgün / MSGSÜ Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi – Duygulanım Fiyatı

Özet: Kant, 1786 yılında kaleme aldığı Töreler Metafiziğinin Zeminleştirilmesi (Grundlegung zur Metaphysik der Sitten) adlı çalışmasında duygulanım fiyatından (Affektionspreis) bahseder; fakat söz konusu kavramlaştırmanın transandantal felsefe bağlamında nasıl faaliyet gösterdiği hakkında en ufak açıklamada bulunmaz. Bu sunumda, duygulanım fiyatı kavramlaştırmasının transandantal felsefede tecrübî ben düzleminde faaliyet gösterdiği iddia edilmiştir. Tecrübe sahnesindeki tecrübî ben, nesne, fenomen ve bilgi transandantal felsefede paralel tarzda tesis edilir. Tecrübe düzlemindeki bütün ilişkiler ağı her ne kadar bazen müphemce olsa da öngörülebilirlik, sayısallaştırılabilirlik ve hesaplanabilirlik gibi özellikler barındırır. Bu bağlamda, tesis edilmiş tecrübe dünyası ilişkiselliğinin dolayımından geçen arzulama faaliyeti ve onun duygu hâllerine de öngörebilme, sayısallaştırabilme ve hesaplayabilme gibi özellikler sirayet etmektedir. Bununla paralel olarak, Kant için arzulama etkinliğinin iki veçhesi vardır. İlki, koşulsuzda imkânını bulan isteme/irade/arzu (Wille); ikincisi, bireyin keyfî tercihlerine (Willkür) göre arzulamadır. Keyfî tercihlerde, seçim yapma özgürlüğü tecrübî bende tesis edilmiş nesnelere ve diğer tecrübî benlere yöneliktir. Yani, bu düzlemdeki arzulama “şu kalemi değil, bu kalemi seçiyorum ya da şununla değil, bununla arkadaş olmayı seçiyorum” tarzında faaliyet gösterir. Dolayısıyla, keyfî tercih kaçınılmazcasına tesis edilmiş nesnelerin malzemesine (Materie) ve başka öznelerin mizacına (Temperament) doğrudur. Bu yüzden, keyfî tercihlerin analizi, sosyolojik ve istatistikî hesaplamaları yapılabilir. Yani, ne tür mizaçtan hoşlandığım ya da ne tür yemekleri arzuladığım gibi durumlar, tecrübe sahnesinde âdeta başkası tarafından hesaplanabilir. Bu bağlamda, Kant’ın Roma Hukuk’undan aldığı duygulanım fiyatı kavramlaştırmasının, tecrübe ile keyfî tercih düzleminde faaliyette bulunduğu ve tam anlamıyla buradaki duygulanımların hesaplanabilir olduğu sunumda gösterilmeye çalışılmıştır. Bununla birlikte, tecrübe sahnesinin ilişkisel değerlerinin (relativen Wert) dışında, yani duygulanım fiyatı ile keyfî tercihlerin işlevliliklerinin yitirildiği anlarda, Kant bireyin içsel değeri (innern Wert) üzerinden başka türlü bir ilişkisellikten ya da özneler arasılığından bahseder. Söz konusu bu ilişkiselliğe bireylerin içinden dışarı doğru iştirakiyle, tecrübe sahnesinde vuku bulmayan duygulanım hâlleri kendisini bize açar. Bu düzlemdeki duygulanım hâlleri, ahlâk bağlamında saygı (Achtung) duygusu, güzel açısından yaşam duygusu (Lebensgefühl), yüceye göre ise tin/ruh/can duygusudur (Geistesgefühl). Sunumda gösterilmeye çalışılan, tecrübe sahnesinin ilişkiselliğindeki duygulanım ile tecrübeye aşkın duygulanım hâlleri arasında kökensel farkın olduğu; duygulanım fiyatının tecrübe düzleminde cereyan eden tecrübî ben, nesne, fenomen ve bilgiyle ilişkisellikte ortaya çıktığıdır. 

Şilan Kesler / MSGSÜ Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi – İzleyici, Topluluk ve İletilebilirlik: Eleştirel Düşünme ve Sensus Communis

Özet: Immanuel Kant’ın özellikle Yargı Gücünün Eleştirisi‘nde görüldüğü gibi, üzerinde durduğu bir konu da toplumsallaşmayla beraber ele almamız gereken yargıların iletilebilirliği ve kamusal özgürlük sorunudur. Buna göre; insan müşterek hissiyata sahip bir varlık olarak topluluk içinde yaşar. Düşüncelerini onaylatmak için diğer insanların varlığıma ihtiyaç duyar. Kantçı akıl eleştirisi sistematikliği içerisinde ele alındığında, içinde aklın iletişimsel bir zeminini barındırır. Kamusallık karakteri, akılsal ve teorik düzlemde anlama yetisinin ve yargı gücünün genelleştirilebilir işlevleri vasıtasıyla açıklanır. Bu bakımdan Kant, reflektif yargı gücünü bir sensus communis olarak kavrayabileceğimizi ortaya koyar. Bu aynı zamanda bilginin sağlam temellerini genel geçerliğin bakış açısından tesis etmeye çalışmak demektir. Bu türden bir evrenselcilik, aklın eleştirisi projesinin bir parçasıdır. 

Böylelikle Kant aslında aklın en önemli işlemlerini iletişimsel olarak tasvir eder. Zira genelleştirme söz konusu iken yargımıza diğerlerini de dahil ederiz. Sensus communis ya da müşterek hissiyat, neyin hoşa gidip neyin hoşa gitmediğini kavramlar yoluyla değil de duygular yoluyla ve evrensel geçerlilikle talep eden ilkedir. Bu bakımdan Kant, beğeninin de bir sensus communis olarak düşünülebileceğini söyler. Her insan yargılamada bu müşterek hissiyata başvurur. Yargılara kendine özgü geçerliliklerini sağlayan budur. Dolayısıyla insanlara ait duygular ancak ve ancak bir başkasına aktarılabildiği ölçüde değer taşır. Buradan itibaren iletilebilirlik kavramının eleştirel düşünme kavramında içerilmekte olduğunu görebiliriz. Eleştirel düşünme, kamuya açık olmayı ve düşünceleri karşılaştırabilme imkânını gerektirmektedir. Böylece ancak ve ancak diğer herkesin bakış açıları incelendiği zaman eleştirel düşünme mümkün olabilir. Çünkü yargı gücü, kendi estetik refleksiyonu sırasında a priori düşünürken, tüm diğer insanların temsil etme biçimlerini de hesaba katar. 

Tüm bunlardan anlaşılan odur ki, herkes kendi aklına göre özgür bir şekilde argüman üretebilir; nitekim bu bir hak ve ödevdir. Bu yönüyle Aydınlanma (Aufklärung); ideaları keşfetme ve onlara bir sunum yapma kapasitesinin gelişmesi ve ilerlemesi demektir. Benzer biçimde yargı gücü de idealara açık olma durumunun gelişmesi olduğu ölçüde, kültürün gelişmesi olarak da yorumlanabilir. Zira Kant için Aydınlanma, aklın boş inançlardan kurtulması anlamına gelmektedir. Boş inanç, aklın edilgin bir kullanımına, dolayısıyla başkalarının güdümündeki bir akla işaret eder. Kant dogmatizm ve heteronomi gibi durumları, aklın meşru olmayan kullanımları olarak tarif eder. Tam da bu anlamlarda Aydınlanma, insanlığın hiçbir otoriteye boyun eğmeden kendi aklını kullanması demektir. Eleştirinin önemi de tam bu noktada açığa çıkar. Eleştiri aklın meşru kullanımında; neyi bilmemizi, ne yapmamız gerektiğini ve neyi umabileceğimizi belirlemesi bakımından önemlidir. Bir eleştiri ilkesi edinmek ve böylece kişinin kendisini, kendi özerkliği içerisinde yeniden yaratabilmesi, Aydınlanma düşüncesinin merkezindeki fikirdir. Burada eleştirinin rolü; insanın kendisinden hareketle, düşünmenin sınırlarını keşfetmesi ve kendisi üzerine düşünebilmesidir. Böylelikle her bir birey zorunlu, evrensel ve gerekli bir ilkeden itibaren kendi tekilliğinde ele alınmış olur. 

Dolayısıyla şu sonuca varırız: Kant açısından düşüncenin doğruluğunun teyidi için gerekli mercii kamusallıktır. Kamusallık bu bakımdan tüm eylemleri yöneten transandantal bir ilke olarak görülmelidir. Zira insanın akıl sahibi bir varlık bütününün üyesi olarak düşünülebilmesi için, aklın özgür ve kamusal olması gerekir. Bu yönüyle de Aydınlanma, aklın evrensel ve özgür kullanımının bir beraberliğidir. Nitekim burada Foucault’nun, Aydınlanma’yı bir felsefî ethos olarak tanımladığını hatırlayabiliriz. Bununla kastedilen, Aydınlanma’nın, özgür birer birey olarak kişilerin kendileri üzerinde ve kendi sınırları içerisinde gerçekleştirdikleri bir çalışma olmasıdır. 

Kant açısından yargıların iletilmesi ve bunun toplumsallaşmayla olan ilişkisinin, düşünme ve kalem özgürlüğüyle de bağlantılı bir boyutu söz konusudur. Hannah Arendt bu bakımdan, Kant’ın talep ettiği kalem özgürlüğünün eylemleri değil, düşünce özgürlüğünü garanti altına almaya çabalayan bir talep olduğundan söz eder. Bu güvencenin yaratılabileceği zemin ise, şüphesiz kamusal alandır. Kant birçok metninde, kamusal özgürlük sorununu, kalem özgürlüğü meselesi üzerinden ele alır: Genelde ortak vurgu, filozofların özgür bir şekilde ve açıkça konuşabilmelerini güvence altına almak şeklindedir. Buna bir örnek Ebedi Barış metnidir: Bu metinde Kant, dünyanın herhangi bir yerinde çıkabilecek bir savaşın önlenmesinde arabuluculuğun önemine dikkat çekerken, savaş için silahlanan devletlerin barışın sağlanması konusunda filozofların fikirlerine başvurmaları gerektiğine vurgu yapar. Dolayısıyla barışın sağlanması konusunda filozofların görüşlerini açıkça ortaya koyabilmelerini talep eder. 

Bu bakımdan fikirlerin iletilmesi meselesi, Kant için farklı boyutlarıyla ele alınabilecek önemli bir meseledir. Nitekim yine hatırlamak gerekirse; Kant1793 tarihli Saf Aklın Sınırları Dahilinde Din metninin, Prusya kralı Friedrich Wilhelm tarafından dinin küçümsenmesi ve çarpıtılması olarak yorumlanması üzerine kendisine yazılan mektuba, Fakülteler Çatışması’nda Prusya Dönemi sansür politikalarına karşılık olarak cevap verir.

Kalem özgürlüğü meselesiyle Antropoloji’nin ikinci paragrafında da karşılaşırız. Kant burada kalem özgürlüğünün aynı zamanda kendi yargılarımızın doğruluğunu test etmenin bir aracı olduğunu belirtir. Nitekim buna uygun düşecek biçimde, kalem özgürlüğünün reddi de hataya düşmeyi kabul etmek anlamına gelecektir. Bu bakımdan Aydınlanma, düşünme etkinliğinin kamuya açık kullanılabilmesine yöneliktir. Yargı Gücünün Eleştirisi‘nde sensus communis’e dair tüm analizlerin bir izdüşümü olarak takip edilebilecek biçimde, bu düşünme etkinliğinde insan, diğerlerinin varlığına ihtiyaç duyar. 

Öyle ki Kant, Düşünmede Kendini Yönlendirmek Ne Demektir? (Was heißt sich im Denken orientieren) metninde; bir toplum sözleşmesinin konuşma özgürlüğümüze karşı olması durumunda, konuşma özgürlüğümüz elimizden alınsa dahi düşünme özgürlüğümüzün elimizden alınmayacağını savunanları hedef alır. Kant’a göre düşüncelerimizi iletemediğimiz veya düşüncelerini bize ileten başkalarıyla bir arada düşünemediğimiz sürece (burada sensus communis’in üç ilkesini birlikte düşünmeliyiz) doğru düşünmek de mümkün değildir. Bu sebeple; kamusal olarak düşüncelerin iletilmesine engel olan bir dışsal güç, insanların düşünme özgürlüğünü de elinden almış sayılacaktır. Özetle, Kant’tan hareketle; hiçbir geleneğe, hiçbir kutsal ilkeye veya mutlak hakikate bağlanmadan bir politika felsefesi yapmanın imkânıyla karşılaşırız. Yanı sıra, reflektif yargılar da bu politika felsefesinde içerilen politik alan için işlevseldir. Çünkü politika, bir tür olumsallık alanı olarak tikellerin bir araya geldiği yerdir. Kamusal alan bu açıdan özgürlüğün dünyası olarak, herkesin kendi yargısını dile getirdiği iletişimsel bir olarak görülebilir. Bu aynı zamanda, çoğulluğa zemin hazırlayacak bir yapının da ortaya çıkması demektir.    

Çağlar Çömez / Boğaziçi Üniversitesi & Martin Luther Universität Halle Wittenberg- Felsefe Bölümü Doktora Öğrencisi – Kategorik İmperatif Ahlakın Ne Ölçüde Temel İlkesidir? Hukukun Ahlak İçindeki Özel Konumu

Özet: Kant, 1785 yılında yazdığı ve belki de ahlak felsefesiyle ilgili en çok okunan Ahlak Metafiziğinin
Temellendirilmesi başlıklı kitabında ahlakın temel ilkesinin kategorik imperatif adını verdiği ilke
olduğunu iddia eder. Bu ilke, ahlaki ödevlerimizin kendisinden türetildiği zemini oluşturur. Kant,
1797 yılında yazdığı Ahlak Metafiziği’nde ahlakı hukuk ve etik olarak ikiye ayırır ve hukuki
ödevlerimizin etikle ilgili ödevlerimizden hangi açılardan farklılaştığını irdeler. Bu noktada,
Kant’ın en azından yeterli netlikle incelemediği bir soru ortaya çıkar. Kategorik imperatif, etiğin
olduğu kadar ahlakın bir bölümü olarak hukukun da temel ilkesi midir?
Çağdaş literatürde bu soruyu ele alan Kant felsefesi araştırmacıları, iki farklı yorumu
savunmaktadır. “Independentism” olarak anılan yoruma göre, hukukun temelinde ahlakın temel
ilkesinden, yani kategorik imperatiften, türetilemeyecek a priori başka bir ilke (Allgemeines
Prinzip des Rechts) bulunmaktadır. Dolayısıyla, hukuk ahlaktan ve onun temel ilkesinden
tamamen bağımsız (independent) normatif bir alandır. “Dependentism” adlı ikinci yoruma göre
ise, Kant’ın Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nde geliştirdiği temel ahlaki ilkeler, hukukun
da temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle, ahlakın iki alanı olarak hukuk ile etik, kategorik
imperatifin oluşturduğu aynı ahlaki zemine sahiptir ve Kant’ın Ahlak Metafiziğinin
Temellendirilmesi ve Ahlak Metafiziği metinleri arasında bir devamlılık vardır.
Bu sunumda, independentism ve dependentism yorumlarına daha makul üçüncü bir yorum
önerilmektedir. Bu yoruma göre, kategorik imperatif, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi’nin
yaratabileceği beklentinin aksine, hukukta dolaylı bir işleve sahiptir. Kategorik imperatif, ancak
hukukla ilgili belirli sınırlamalara tabi tutulmak suretiyle hukuki bir ilke olarak değerlendirilebilir.
Kategorik imperatifin dolaylı ahlaki işlevi, yalnızca genel olarak ahlaki ödevlerin türetilmesi ile
sınırlıdır. Kategorik imperatif, tüm ahlaki ödevlerimizi belirler, ancak bu ödevlerin hangilerinin
hukuki ödevler (Rechtspflichten) hangilerinin etik veya erdemle ilgili ödevler (Tugendpflichten)
olduğunu tek başına belirleyemez. Ayrıca, bu yorum, independentism’i kısmen doğrulasa dahi,
independentism’in önde gelen savunucusu Marcus Willaschek’in iddiasının aksine, hukukun
ahlaktan bağımsız ve ayrı bir normatif alan olmadığını öne sürmektedir.

Etkinlik herkesin katılımına açıktır. Bağlantı adresi için tıklayınız.

Meeting ID: 939 7395 7477
Passcode: 337726

Kasım 18, 2021

Schedule

Date:
Time: